Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

22 Haziran 2011 Çarşamba

"evleniyorum!"






Ful Yaprakları biraz izin istiyor sizden,


Çünkü bu Pazar günü evleniyor :)


Sağlıklı, mutlu, eğlenceli,herşeyin yolunda gittiği ve herkesin memnun olacağı
bir düğün geçirmeyi istiyor...


İşyeri izin konusunda cimri davrandığından düğün sonrası sadece
bir kaç gün balayında olacak,

Bu yüzden kısa bir süre aranızda olamayacak.

Döndüğünde yepyeni bir hayatla ve taptaze yazılarıyla sizlerle olacak!

İyi dileklerinizi ve dualarınızı eksik etmeyeceğinizi biliyor,

Ve sizleri çok seviyor...

(Not: Hava Durumu der ki, "istemede, sözde,nişanda yağdım durmadan, elbiseni bile ıslattım 2 dakikada, düğünde yine yağacağım sanırım..."


Artık İstanbul'un havasından bıktım usandım ben, ne desem ki..umarım yağmaz..


Açıkhavada sucuğa dönmeyiz...bari düğünümde rahat bırak bizi yağmur ya!!)

15 Haziran 2011 Çarşamba

"Güneş'ten buz gibi bir haber!"

Haber sitelerinde hiç de iyi olmayan bir haber okudum.
Eğer durum bu şekildeyse, küresel ısınma tüm şiddetiyle karşımızda duruyor ve Dünya'yı zor günler bekliyor...


Amerikalı astronomlara göre, Güneş beklenmedik şekilde uzun sürecek çok zayıf bir faaliyet dönemine girdi.

Bu durumun dünyanın iklimini etkileyebileceğini belirten bilim adamları, güneşin uzun bir süre sükunet dönemine girdiğinin işaretleri olan, üzerindeki lekelerde belirgin bir azalma ve kutuplarına yakın bölgelerdeki faaliyetlerinde yavaşlama gözlemlediklerini belirttiler. Bu alanda üç ayrı araştırma yapan ABD'nin Ulusal Güneş Gözlemevi ve Hava Kuvvetleri Laboratuvarı'nda görevli bilim adamları, Güneş'te 2008'de başlayan şu anki döngünün, yüzeyindeki lekelerin sayısı, içindeki faaliyeti, görünen yüzeyi ve tacıyla azami düzeye ulaşmasından, bundan sonraki döngünün çok yavaş olacağını düşündürdüğünün altını çizdiler.

Araştırmalardan birine başkanlık eden Ulusal Güneş Gözlemevinin direktör yardımcısı Frank Hill, "Eğer yanılmıyorsak, Güneş'in şu anki döngüsü uzun yıllar sürecek yavaşlama dönemi öncesindeki son azami faaliyeti" diyerek, bu olguyu "beklenmedik ve alışılmadık" olarak niteledi ve bunun uzayın keşfinden dünyanın iklimine kadar çok sayıda konuyu etkileyeceğini belirtti.

Geçmişte, Güneş'in uzun dönem zayıf manyetik faaliyete girdiğinde, Dünya'da da soğuma ve buzullaşma görülmüş, bu dönemler boyunca atmosfer soğumuş ve iletişim sistemlerini bozacak şekilde atmosferin büzülmesine ve kutuplarda manyetik fırtınalara yol açmıştı. Amerikalı bilim adamları, birbirinden tamamen ayrı üç gözlemin de aynı sonuca işaret ettiğini ve Güneş üzerindeki leke döngüsünün bir kış uykusu dönemine girilmekte olabileceğini gösterdiğini söylediler.

Güneş üzerindeki lekeler her 11 yılda bir (bir döngünün süresi) artıyor veya azalıyor, iki döngünün sonunda manyetik kutuplar yer değiştiriyor. Ancak bilim adamları, Güneş'in faaliyetlerindeki bu azalmanın, Güneş üzerinde hiç leke görülmediği 1645'ten 1715'e 70 yıl süreyle Avrupa'nın küçük bir buzul çağı yaşadığı dönemin ikincisine yol açıp açmayacağını kesin olarak bilmiyorlar.

Avrupalı araştırmacılar, Güneş'teki faaliyetlerin önemli biçimde azalmasının bile dünyada insanın neden olduğu karbondioksit salımının yol açtığı ısınmayı telafi etmeyeceğini belirterek, hesaplarına göre, geçmişte Avrupa kıtasının yaşadığı mini buzul çağında sıcaklıkların 0,3 santigrat derece düştüğünü, BM uzmanlar komisyonunun ise yüzyıl sonuna dek sıcaklık artışı öngörüsünün 3,7 ile 4,5 santigrat olduğunu vurguluyorlar

Kaynak: CNNTurk
Tarihe Maunder Minimum / "Mini Buzul Çağı" olarak da geçen ve Güneş'in faaliyetlerinin zayıflamasıyla ortaya çıkan iklim değişiklikleriyle ilgili bilimsel veriler için bkz.

14 Haziran 2011 Salı

"Nikaha geri sayım başladı!"

Fazla bir şey kalmadı, 12 gün!
Heyecanım, telaşım, son rötuşlar, hazırlıklar derken artık herşeyin iyiden iyiye yoluna girmeye başlamasıyla kendimize daha fazla zaman ayırır olduk.
Balkonda oturup çay içmeye fırsat bulduk mesela evvelki akşam, koltuk takımlarının gelmesiyle koltukta uzanıp ayaklarımızı uzatmaya bile vakit bulabildik – ki keyif yapmak son bir kaç aydır hayal gibiydi bizim için.

Şimdiden evliliğe epey alıştık biz, dışarıdan da öyle görünüyor olacak ki dün akşam Migros’taki şirin kasiyer kız bize “yeni evli misiniz?” dedi.
Biz de gülümsedik “yakında evleniyoruz neden sordunuz?” dedik.
“Çok aşık görünüyorsunuz, yeni evlenenlerle eskiler birbirinden ayırt ediliyor, bir kaç sene sonra böyle bakmıyorlar birbirlerine” dedi.
Ben de dedim ki “2 sene sonra da alışveriş yaparken böyle olacak mıyız, gelişlerimizde siz bizi gözlemleyin bakalım “ dedim,
Gülüştük hep birlikte :)

Umarım karakterlerimiz gibi deli dolu, keyifli, sıradışı bir evlilik olur bizimkisi…

Birbirimize olan sevgimizi ve saygımızı kaybetmeden, tutkulu, mutlu, huzurlu bir birliktelik yaşarız bir ömür…

Dinlenmek için fırsat bulduğumuza gore anlamışsınızdır, evimizde bir kaç ufak eksik dışında her şey tamam artık..

Giysilerimin büyük bir kısmını daha götürdüm evime..
Geriye 3-4 çekmece kaldı(artık nereye sığacaksa!)

4 sene once, 20 yıldır oturduğumuz evden başka bir eve taşındığımızda 5 jumbo boy poşet dolusu giysi ayıklamış ve ihtiyacı olanlara göndermiştim, her sene de 1-2 poşet çıkarıp yine verirdim rahatlıkla..

Şimdiki evime gelirken de yine 4 jumbo boy poşet giysi daha ayıkladım düşünün ve buna rağmen o koskoca gardıroba bir türlü sığamadım!

Ne çok giysim varmış benim, senelerdir giymediğim, etiketi üzerinde duran,çoğu markalı, kiminin modası geçmiş,kimi uzun yıllar giyilmesine rağmen yepyeni dursa da bıktığım için bir köşede duran,kimini "neden almışım ben bunu?" dediğim onca giysi..

Hepsi başkalarına gitti, ihtiyacı olanlar sıcak sıcak, renk renk giyinsin diye….

Kazaklar, gömlekler, hırkalar,iç çamaşırları, paltolar, düzinelerce çorap ve en az 12pantolon verdim desem inanır mısınız?

Kendime kızdım çok, bu kadar fazla almanın, stoklamanın yanlış ve yorucu olduğunu gördüm.

Şapkalarım bile renk renk, onlarca çift ayakkabım var yazlık ayrı kışlık ayrı, hırkalar desen desen, model model, gömlekler öyle..

Buna rağmen giymek isteyince hemen hemen her kadının yaşadığı gibi dolap bir anda tam takır kuru bakır gibi görünüyor gözüme ve "hiç bir şey yok!" diyorum:)

Sanırım bu yaz ve önümüzdeki kış o gardırobun yarısı daha gidecek ve yerine yenileri daha bilinçli bir şekilde alınacak.

Baktık ki o kadar kıyafeti verdiğim halde yine dolap sadece benim giysilerimle doldu taştı, böyle olmayacak dedim.

Bir odaya eski evimdeki gardrobu söküp getirdik, oraya paltolar, montlar ve ceketleri koymaya karar verdik de nişanlıma yer açıldı birazcık !

Kıyafetlerle boğuşmanın yanı sıra salona dekorasyon için bir kaç obje aldım haftasonu.

Park Bravo ve Mudo‘da ne güzel şeyler varmış öyle! Cici bir yelkenli aldım deniz kabuklarıyla süslenmiş, renkli mumlar, üzerinde martılar ve pelikanlar olan eskitilmiş görünümlü çerçeveler, tahtadan balıklar, değişik çiçekler, güneş şeklinde bir ayna, uçuşan kelebeklerden bir saat…

Koçtaş’tan ve esse’den de renkli sepetler ve kutular aldım, benim gibi çok eşyası olanlar için kurtarıcı oluyor. Esse’deki kapaklı sepetlere yazlık ve kışlık çoraplarımı koydum, sepetleri de yere koydum, hem dekoratif hem şık hem de süs değil bir işe yarıyor, gören çok beğeniyor.

Bugün de cd-kaset,dvd ve plak arşivimizi düzenlemek için renkli kutular bakacağım sağanak yağmura yakalanmazsam, en son bir mağazada görmüştüm ama kaldı mı bilemiyorum..

Oturma odasındaki kütüphaneler ve rengarenk minderlerin arasına renkli kutular koymak yakışacak bence, hem kapaklı olduğu için toz tutmaz hem de sehpa olarak da kullanabilirim..

Bu kadar şeyi aldıkça cebim de bir hafifliyor ki sormayın!

Bankam bana ek limit vermekten pek memnun, ben de faiz bindirmeden her ay tam tutarı ödemek zorunda kalmaktan bitkinim!

Yine de dostlarım sağolsun düğün hediyesi olarak bana sorup ihtiyacım olan eşyaları aldılar..

Her şey giderek evdeki yerini bulmaya başlıyor..

Bu kadar işin içinde bazen aksilikler de çıkıyor elbet, ufak hastalıklar ya da mesela
eski kiracıdan kalan ama ev sahibinin ödediğini iddia ettiği halde bize taze taze faturası gelen 300 TL’lik bir su faturamızın olması gibi !
İlk gördüğümüzde yüreğimize iniyordu ama eğer evsahibi ödediğini makbuzla isbat edemiyorsa, bu ayki kirayı da o kadar eksik alacak o zaman...

Adamın o kadar çok dairesi ve dükkanı varmış ki hesabını bilmiyormuş, bense onuı gördüğümde asosyal ve ciddi psikolojik problemleri olan,fazla sıradan bir adam olarak tasvir etmiştim. Yolda görseniz yardım etmek isterseniz o derece üstü başı dökülüyor:) ama gelin görün ki adam servetini bilmiyor..böylesi parayı kimse istemez bence..

İnsanlara güvenmek zorluyor artık beni, kim yalan söylüyor kim doğru söylüyor anlayamıyorsunuz.

Bu yüzden de fazla bir şey söyleyemiyorum…kafam, kalbim epey dolu şu sıralar!
artık evlilğe odaklandım :)

Lütfen ful yapraklarını bu aralar mazur görün, kendileri heyecan içinderler ve geriye doğru sayıyorlar…

Haydi bakalım, hakkımızda herşeyin en iyisi ve hayırlısı olsun.




10 Haziran 2011 Cuma

"Şah ve Piyon"



Bazen hayatımıza giren öyle insanlar olur ki; onların belli amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, kim oldugumuzu ya da olmak istedigimizi bulmamıza yardım etmek için bizimle olduklarını yüregimizin derinliklerinde hissederiz.

Bu insanlarin kim olacağını asla önceden kestiremezsiniz; belki oda arkadaşınız, komşunuz, uzun zamandır görmediginiz bir arkadaşınız, sevgiliniz ya da belki de sadece göz göze geldiginiz bir yabanci.
Her kim olursa olsun, o kader anında hayatınızın bir biçimde etkilenecegini bilirsiniz.

Bazen de hayatınızda öyle olaylar yaşarsınız ki; o anda bu olaylar size korkunç, acı dolu, haksız gibi görünür.

Ancak fırtına dindikten sonra; bütün bu olayların üstesinden gelmemiş olsaydınız, asla potansiyelinizin, gücünüzün, azminizin ve yürekliliğinizin farkına varamayacagınızı anlarsınız.

Her olayın bir gerçekleşme nedeni vardir.

Hiçbir sey tesadüfen, kötü ya da iyi şans nedeniyle gerçekleşmez. Hastalık, yaralanma ve deneyimsizlikler, ruhumuzun sınırlarını test eden olaylardır.

İster olaylar, ister hastalıklar, ister ilişkiler olsun, bu küçük testler olmasaydı hayat hiçbir yere varmayan düz ve sıkıcı bir yol gibi uzayıp giderdi.

Güvenli ve rahat, ancak boş ve amaçsız. Yaşamınızı, başarılarınızı ve düşüşlerinizi etkileyen insanlar, kimliğinizi yaratan insanlardır.

Kötü deneyimler bile birilerinden ögrenilebilir.

Bu dersler en zor, ancak büyük bir ihtimalle en önemli olanlardır.

Eğer biri sizi kırar, ihanet eder ya da üzerse, size güveni ve kalbinizi açtıgınız birine karşı dikkatli olmayı öğrettikleri için onları affedin.

Eğer biri sizi severse, siz de bunun karşılıgında onu koşulsuz sevin; sadece onlar sizi sevdiği için değil, size sevmeyi ve onlar olmadan göremeyeceginiz ya da hissedemeyeceginiz seylere kalbinizi ve gözlerinizi açmanizi ögrettikleri için.
Her günün tadını çıkarın.
Her anın değerini bilin ve belki de tekrar yaşayamayacagınız bu andan alabileceğiniz en fazla şeyi almaya bakın.

Daha önce hiç konuşmadıgınız insanlarla konuşun, onları dinleyin.

Aşık olun, zincirlerinizi kırın ve gözünüzü zirveye dikin.
Başınızı dik tutun, çünkü bunun için her türlü hakkınız var.
Kendinize büyük bir insan olduğunuzu tekrarlayın ve kendinize inanın.
Eğer kendinize inanmazsanız, hiç kimse size inanmaz.
Hayatınızı nasıl istiyorsanız öyle şekillendirebilirsiniz.

Kendi özgün yaşamınızı yaratın, dışarı çıkın ve onu yaşayın!


Unutmayın, oyun bittiğinde; şah ve piyon aynı kutuya konur...

Yazı : Anonim

9 Haziran 2011 Perşembe

"Küçüktüm ufacıktım"

(Bu yazıyı okurken bu linkte arada kendinden haber almayı umduğum blog dostum uykusuz’un sayfasındaki müziği dinlemenizi öneriyorum. Müziğin ve yazının adeta bütünleştiğini göreceksiniz. bir tık lütfen )

Bazı kokular insana bir şeyler hatırlatır.
Hava, çiçekler, rüzgar, parfüm ya da başka bir şeyler…
Bu sabah sıcacık güneşli yaz gününün o ferah kokusuyla, o andan sıyırılıp gitmeye başladım bulunduğum zamandan geriye, bundan tam yirmi sene öncesine.

Bir kız çocuğu…
9 yaşında, okula gidiyor, teneffüs zili çalmış, fırlamış bahçeye koşarak, ayağında kısacık süslü çoraplar, rugan siyah ayakkabılar, saçları kıvır kıvır, tokaya sığmıyor, ensesi terli.

Hararetle soruyor arkadaşlarına:

“Dansa davet mi oynasak, yakalamaç mı, istop mu,lastik mi? Yağ satarım bal satarım mı yoksa?”
“Evden lastik getiren var mı?”
"Yok, o zaman yakalamaça devam, koşun!!”

Herkesi takıyor peşine, yüzünde kocaman bir gülümseme…

Bahçede var gücüyle koşturan bir kız çocuğu, çırpı bacaklı mini mini, herkesten daha ufak tefek ama bakışları daha cin, pire gibi hareketli, olanca gücüyle koşuyor, herkesi geride bırakıyor, ondan daha cüsseli oğlanları bile.
Düşüyor arada, dizlerinde önceki yaraların kabukları varken bir kez daha kanıyor dizleri, biraz ağlıyor ama tentürdiyot sürüyor öğretmeni, Amerikan tentürdiyotu diyorlar yeni çıkmış o zamanlar, yakmıyormuş.

-“Üfleyin öğretmenim!Canım yanıyor “diyor küçük kız, üflüyor öğretmeni, gözleri yaşlı ama kısa sürüyor bu mahsunluğu, biraz sonra unutuveriyor acısını.

Bahçeyi çok seviyor, açık havayı, arkadaşlarını...

Okulun ön bahçesinde akşam sefası çiçekleri var, siyah minik tohumları üzerinde.
O tohumları toplayıp birbirlerini vurmaya çalışıyorlar, nöbetçi öğretmen hiç bir şey demiyor, gülümsüyor sadece, özgürce bırakıyor oyun alanına çocukları,oynasınlar diye.
Arada yağmurlu havalarda solucanlar çıkıveriyor ortaya, oğlanlar üzerine atıyor solucanları, çığlık çığlığa kaçışıyor ama hızlı koşarak kurtuluyor hepsinden, hemen başka bir oyuna dalıveriyor.

Okul büyük, geniş, muhit güzel, hava güzel, arkadaşlar güzel…

Günün çıkış zili çalıyor, eve gitme vakti geldi. Annesi almaya gelmiştir onu, seviniyor, koşarak gidiyor annesinin yanına, arkadaşının da annesi gelmiş, çantaları onlara bırakıp el ele yürüyorlar önden tek başlarına, oynayarak, şarkılar söyleyerek,gülerek..

Bir yerlere saklanıyorlar eve yaklaşınca, anneler biliyor nerede olduklarını ama yine de saklanmak hoşlarına gidiyor, çocukluk işte oyunsuz geçimiyor ki zaman…
Eve gidiliyor, güzel bir sandviç yeniyor , dersin başına oturuluyor, ödevler yapılıyor.
Mükemmelliyetçi ful ,o zamanlarda da aynı, özenle ödevlerini bitirdikten sonra balkona doğru seğirtiyor, oyuncak sepeti kolunda.

Yere örtüsünü seriyor, üzerine oyuncaklar, açık havada, kocaman balkonda gönlünce oynuyor. Hiç sıkılmadan, yakınmadan, sanki kardeşsizlik onu daha da olgunlaştırıyor.

Kimi günler balkon keyfi yerine çizgi film izliyor. Videonun başına gidiyor, rengarenk çizgi film kasetleri arşivinden “Alice Harikalar diyarında” nın “beta” kasedini videoya yerleştiriyor, video'nun kasedi sıkıştırmaması için dua ediyor ve geçiyor 56 ekran dev tüplü renkli televizyonun başına, keyifle çizgi film izliyor.

Akşam oluyor babası işten gelecek onu bekliyor, kapı çalıyor koşuyor sevinçle, kapıyı açıyor babası yok, onun yerine kapının önünde güzel bir bisiklet var!

Çığlık atıyor ve babası beliriyor kapıda,kollarına atlayıp teşekkür ediyor.

Akşam hava karanlık, dışarı çıkamaz, o halde evin içinde bisiklete binmeye başlıyor, koridorda bir o yana bir bu yana zor da olsa gidip geliyor bir kaç tur, hevesten gözleri ışıl ışıl, mutluluktan uçuyor.

Uyku vakti geliyor, kitapları başucunda, küçük bir masal okuyor uyumadan, kitapları o zaman da onun en yakın dostu oluyor.

Annesi üzerini örtüyor ve kocaman sıcacık bir öpücük veriyor minik kızına...

Derken yorgunluktan hemen uyuyakalıyor bu minik kız, aradan tam 20 yıl geçiyor ve uyanıyor,

Sanki o kadar sene hiç geçmemiş gibi,

Hala çocuk, hala güleç ve hala sevindiğinde gözlerinin içi ışıldıyor…







8 Haziran 2011 Çarşamba

"Yeşilçam filmleri"



Bir ay önce sevgili kirazlı sakız beni mimlemişti.

Mimin Konusu: Her seferinde izlemekten zevk aldığınız, vazgeçemediğiniz Yeşilçam yapıtı hangisidir?

Özellikle kış aylarında, üzerimizde pijamalarımız, elimizde sıcacık kahvemiz, koltuğa gömülmüş bir şekilde keyifle ya da gözlerimiz dolarak bazen de o dönemlere imrenerek defalarca izlediğimiz sıcacık, masum, keyifli,samimi Yeşilçam filmleri..


Bu filmler sayesinde unuttuğumuz değerleri, taze komşuluk ilişkilerini, iyi niyeti, yardımseverliği, birlik beraberliği, sabrı, dürüstlüğü ve bu erdemlerin var olduğu hayatların ne kadar huzurlu olduğunu gözlemleyebiliriz..


Hem ders almak, hem gülümsemek, hem hüzünlenmek, hem de güzel vakit geçirmek için seçtiğim 5 iyi Yeşilçam filmi:


İki inatçı turşucunun macerasını anlatan,Adile Naşit'e bayıldığımız"Neşeli Günler",


Vecihi karakteriyle Şener Şen'e hayranlığımızı artıran "Gülen Gözler",


Yaşar Usta karakteriyle gönlümüze taht kuran Münir Özkul'un adeta ezberlediğimiz manifestosuyla zengin ve acımasız fabrikatör baba karakterine verdiği hayat dersiyle unutulmaz bir başyapıt olan "Bizim Aile",


Kemal Sunal'dan klasikleşen ve her seferinde "hakim amca beni babamdan ayırma sözleriyle" gözlerimizi doldurmayı başaran "Garip" ,


Şener Şen'in yine kendine hayran bıraktığı, toplumun açlığını ve insanların para karşısındaki ikiyüzlülüğünü muhteşem bir şekilde gözler önüne seren "Milyarder".


Bu filmleri izlerken müziklerinin de en az filmler kadar kült olduğu gerçeğini yadsımamak lazım.


Ayrıca Sadri Alışık ve Fatma Girk'in bizleri hüzünlendirdiği "Menekşe Gözleri", Emel Sayın'ın neşeyle izlenilesi "Mavi Boncuk" filmini de unutmadan eklemeliyim..


Elinizde dvd'leri varsa vakit kaybetmeyin sakın, hele bir de evdeyseniz bugün şöyle güzel bir kahvaltı eşliğinde "Neşeli Günler" ne iyi gider..


İyi seyirler :)


7 Haziran 2011 Salı

"Adaçayının faydaları"

Bitki çaylarını pek sevdiğimden zaman zaman sizlere faydaları hakkında çeşitli alıntılar yapıyorum.
En son kuşburnundan bahsetmiştim.
Şimdi de mis kokulu adaçayının faydaları hakkında bir metin paylaşıyorum sizlerle.

Adaçayını tanıyalım:

Latince adı Salvia Officinalis olan adaçayı bitkisi dişotu olarak da bilinir. Ada çayının kullanılan bölümü yapraklarıdır.
Yaprakları taze veya kuru olarak kullanılır. Tıbbi adaçayı niteliği olan Salvia Officinalis ülkemizde yetişmemektedir.
Ülkemizde de bazı adaçayı türleri yetişmesine rağmen içerikleri bakımından fazla etkili değillerdir.
Adaçayı mayıs ve haziran aylarında çiçek açmadan önce toplanır.


Adaçayının faydaları nelerdir ?

Vücudu güçlendiricidir. Hastalık sonrası güçsüzlük durumlarında yararlıdır.
Bademcik iltihabı,
aşırı terleme, farenjit, larenjit, hazımsızlık adaçayının başlıca kullanım alanlarıdır.
Şifalı bitkiler iltihap : Boğaz ve bademcik iltihabına karşı oldukça yararlıdır.
Boğaz rahatsızlığı, bademcik iltihabı, diş iltihapları durumlarında gargara olarak kullanılır. Günde 2-3 defa bitki çayıyla gargara yapılır.
Ada çayından üretilmiş boğaz spreylerinin boğaz ağrısına iyi geldiği tespit edilmiştir. %15 adaçayı içeren boğaz spreyinin plasebo ile beraber denendiği bir araştırmada, adaçayının plaseboya göre boğaz ağrısını çok daha etkili bir biçimde azalttığı saptanmıştır. Yalnızca boğaz ağrısı için üretilmiş adaçayı içeren spreylerinin kullanılması tavsiye edilir.
Öksürüğe iyi gelen bitkiler arasında yer alan adaçayının içinde bulunan cineol adlı madde öksürüğü önleyici özelliktedir.
Gece terlemeleri için adaçayı etkilidir. Almanyada adaçayından ter önleyici ilaç yapılmıştır.
Adaçayı mide bulantısına iyi gelir. Gaz söktürücü ve hazmı kolaylaştırıcıdır
İshal kesici etkisi adaçayı yararları arasındadır.
İngilterede adaçayı ile ilgili yapılan bir araştırmada adaçayının hafıza için olumlu etkilerde bulunduğu, unutkanlık sorununa karşı yararlı olduğu tespit edilmiştir. Yine adaçayı bitkisinin, alzheimer sebebiyle azalan bir beyin kimyasalına koruyucu etkide bulunduğu belirlenmiştir.
Östrojen içerdiği için adaçayı kullanımı menapozdaki kadınlar için yararlıdır.
Almanyada yapılan bir çalışmada aç karnına içilen adaçayının kan şekerini düşürücü etkisi gözlenmiştir.
Adaçayı diş dostudur. Dişleri güçlendirici ve beyazlatıcı özelliktedir. Kuru adaçayı yaprağı toz haline getirilerek dişlerin üzerine bastırılmak suretiyle sürülür.


Adaçayının yan etkileri :

Herhangi bir sağlık sorununda bitkisel droglar sadece tıbbi onay olması halinde kullanılmalıdır.
Sürekli ve fazla miktarda kullanımdan kaçınılmalıdır.
Mide ve onikiparmak barsak ülserinde, hepatitte ve akut gastritte adaçayı gibi uçucu yağ içeren bitkilerin kullanılmaması gerekir.
Düşük yapma olasılığını artıran bazı maddeler bulunduğundan dolayı hamileler kullanmamalıdır.
Anne sütünün salgılanmasını azaltıcı özelliği bulunduğundan emziren kadınlar kullanmamalıdır.
Bazı kişilerde kan basıncını yükseltebilir.
Küçük çocuklara içirilmesi tavsiye edilmez.
Konsantre adaçayı yağı içilmemelidir.

Adaçayı nasıl demlenir ?

Bitki Çayı : 1 tatlı kaşığı ince kıyılmış adaçayı 1 bardak kaynar suyla haşlanır ve 5 dk demlenir süzülerek içilir. (adaçayı kesinlike kaynatılmamalıdır) Günde 1-2 bardak tavsiye edilmektedir.


Kaynak : http://www.beslenmedestegi.com


6 Haziran 2011 Pazartesi

"Sorular ve ben"

Karın ağrısı, mide bulantısı, minik minik kramplar…
Tarih yaklaştıkça hissettiğim karışık duygular.
Dalga geçtiğim “Hem ağlarım, hem giderim” lafının doğruluğunu fark etmemle hissettiğim keskinlik.

Ona olan sonsuz aşkım, sevgim, anlayışım,
Birbirimize dokunduğumuzda değişen dünyam, heyecanım,tutkum, mutluluğum,

Evlilikle ilgili merakım,
Herkesin aklını çelen “Acaba evlendikten sonra da bana yine şimdiki gibi değer verecek mi?” soruları.
Ve ona eşlik eden “Değişir mi? Değişir miyim?”, “Heyecanımız yerini rutine bırakır mı?” tilkileri,

Sonrasında tüm bu soruları bir kenara bırakıp anı yaşamasını istediğim bedenim ve ruhumun süzülüşünü izleyen bir ben,

Bir yandan ailemin bir sene içinde hayallerini gerçekleştirip istedikleri yere yerleşecek olmalarından doğan sonsuz mutluluğum, bir yandan da onlardan bir parça uzaklaşmaktaki endişem,

Artılarım, eksilerim, doğrularım, yanlışlarım, kararlarım, gözlemlerim, istediklerim, isteksizce karşıladıklarım, baktıklarım, gördüklerim, görmeyi ertelediklerim,

Evliliğin nasıl bir şey olduğuna dair etraftan duyduğum pek çok kalıplaşmış klişelere kulak asmayıp çizdiğim yolumda yürüyüşüm,
Bu yürüyüşün ardında hiç bir zaman sıradan olmayışıma ve etrafımdaki herkesten hep farklı oluşuma, bu nedenle benim daha değişik bir evlilik yaşayabilecek olma düşüncesine dayanışım, Umutlarımın hep böyle taze ve filizli olmasını isteyişim,

Arada dolan gözlerim, etrafımdakileri istemeyerek haşladığım gerginliklerim, ani sinirlerimin ardındaki kuzu gibi sakinliğim, dengesizliğim,

Geceleri gördüğüm rüyalar, bilinçaltımın benimle bitmek tükenmez dansı,

Hayatın kısalığını, hayallerimin ertelenmemesi gerektiğini ve onunla bu hayalleri birlikte gerçekleştirebileceğimizin güçlü ümidi,

Fiziksel yorgunluk ve ruhsal karmaşaya karşın duygusal huzur ve mutluluk.

Yepyeni bir evle, yepyeni bir hayatın gidişatına dair tatlı merakım,
Kira da olsa aydınlık, ferah ve geniş bir evi, hiç kimse karışmadan iğneden ipliğe kadar kendim döşeyebilme özgürlüğü,
Rengarenk mindeler, duvarlarda kelebekler, iç açan aksesuarlar ve açık renk mobilyalarla henüz tamamlanmamış olsa da giderek evin sıcaklığını veren detaylarıyla bizim çin yepyeni bir mekan yaratabilme çabası,

Koşturmacalarda zaman zaman tükenen enerjime rağmen, istekle,aşkla birşeyleri yoluna koyma isteğim,

Hayata olanca içtenliğimle,hem realist hem de umutlu bakışım...


Uzun lafın kısası,
Bu aralar büyük beklentilerim ve kocaman bir teşekkürüm var hayata.


Tüm sorularımı ve endişelerimi bırakıp hızla geçen günlerin beraberinde güzellikler getirmesini dileyerek başlıyorum haftaya…


2 Haziran 2011 Perşembe

"Ajanda Dergisinde Haziran ayı blogu ve ropörtajı : Ful Yaprakları"



Bu ay 1.yılını kutlayan online aktüel dergi AJANDA, Haziran ayında ayın blogu olarak bendeniz Ful Yaprakları'nı seçti.


Beni daha yakından tanımak ve blogumun hikayesini öğrenmek için, dergideki keyifli, içten ropörtajımızı mutlaka okumanızı tavsiye ederim,








1 Haziran 2011 Çarşamba

"Alın size bir tane daha!"

Geçen gün nişanlımla bir yere gittik, yarım saatlik işimiz vardı, arabayı mekanın otoparkına park ettik ve işimiz bittiken sonra otoparka gittik ki ne görelim?

Tüm otopark boşken adamın biri gelmiş arabayı tam bizim arkamıza park etmiş.

Bir Tv kanalının amblemi ve telefon numarası vardı ön camda.

Biz de önce otopark görevlisine sorduk, haberi yok, sonra baktık ki olmuyor arabanın sahibi aradık telefonla.

"Tamam geliyor"dedi telefondaki ses, bir de şapşal bir soru :

"Ön cama telefon bırakmış değil mi?"
"Telefon bırakmasa nasıl arayacağız?" demedik tabii, güldük şaşkınlıkla.

Yaklaşık 5 dakika bekledik, sonra bir adam geldi, yaşı oldukça genç, en fazla 21-22 yaşında.

Biz adamın arabasının yanında ayakta bekliyoruz, adam bize boş boş baktı, kafasını çevirdi, sonra kilitleri açtı, içeri girdi.

Ben 2 adım yanında duruyordum.

Cama doğru şöyle dedim yüksek sesle, "Özür dilemenize hiç gerek yok, kusura bakmadık.."

Adamdan çıt çıkmadı, üstüne ne yaptı dersiniz, son ses müziği açtı, havalı ani bir manevra lütfetti ki biz çıkalım ve bastı gaza parkın diğer tarafına gitti...

Nişanlımla birbirimize baktık, acı acı güldük.

2 kelimenin ağızdan çıkması bu kadar mı zor: "kusura bakmayın.." bitti,bu kadar.

Ya acil bir işim olsaydı, ya adam telefonunu duymasaydı ne olacaktı?

Boşuna demiyorum insanlar, kendilerini insan yapan vasıfları artık unuttu diye..

Pis, görgüsüz, nezaketten uzak, cahil bir toplum olduk diye..

İşte her yazımda bir kanıt daha sunuyorum size.

Bunlar yontulmaz da, bu yaştan sonra eğitilmez de..artık nasıl adam olurlar bilemiyorum.

Böyle yaşar giderler...


EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!