Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

28 Haziran 2010 Pazartesi

"Ful bir var bir yok"


Kabul ediyorum, yaz aylarında benim performansım düşüyor, yazma isteğim azalıyor, tatile hazırlıyorum kendimi.
O yüzden ikinci bloguma bu aralar çok daha fazla zaman ayırıyorum, yeni çıkanlar, sevdiklerim, tavsiyelerim adına daha bir üretken davranıyorum.
Sanırım beni daha fazla oyalıyor çünkü kendimi değil başkalarının müziklerini ve albümlerini irdeliyorum :)
Sakinim, nadastayım, bekliyorum, tatil gelsin hayatım düzene girsin diye, yoksa anlatmaya başlarsam yine olumsuzlarla yüzleşeceğim diye korkuyorum.
Düşüncelerden arınmaya çalışıyorum.

O nedenle bu aralar bu bloguma bir süre ara veriyorum,

Diğer blogumu takip etmenizi öneriyorum, zira bu blogdan daha üretkenim.


Tatilden gelince çok daha fazla yazacağım söz;)



Tatil öncesi vedalaşmak için burada olacağım,ama öncesinde yeni yazılar için;

http://melodik-minor.blogspot.com/

24 Haziran 2010 Perşembe

"dayan küçük domates"



Sabah uyandığım andan beri içim sıkılıyor, sanki bir el bastırıyor boğazıma, ne yapsam geçmedi, sonra kalktım perdeyi açtım, zifiri karanlık kapalı bir hava...

Yine serinlemiş, rüzgar bir yandan, takvime baktım, rüyada olup olmadığımı anlamaya çalıştım, tamam yaradanın gücüne gitmesin ama yeter artık bu kadar yağmur.

Zaten bütün kış yağdı, esti,gürledi, yaz dediğimiz bir kaç kısacık aydan ibaret, zaten 1 ayı bitti, onu da anlamadık bile yaz mı kış mı.

Güneşi özleyerek geçirdiğim aylardan sonra hala bu havaya alışamadım ben, sizin etkiler mi bilemiyorum ama kapalı havalar benim psikolojimi çok etkiliyor.İçimdeki sıkıntının nedeni de bu olsa gerek, anksiyetenin ben buradayım demeyi sevdiği zamanlardır bu kasvetli hava zamanları.

İş yerimde kendime yeni işler icat ettim, bloglarınızı okuyorum ayrıca, yorum yazamıyorum eskisi gibi, bu ara içimden çok yazmak geçmiyor,ne yazsam diye düşünüyorum ama inanın hepinizi okuyorum düzenli olarak.

Müzik blogum için hazırladığım yeni yazılar var yakın zamanda okuyacaksınız. Daha önce duyma olasılığınızın düşük olduğunu düşündüğüm sanatçıları yazacağım ki size yeni bir şeyler verebileyim.

Bir yandan da pink martin'nin 2.albümü "Hang on little tomato"yu dinliyorum.

Dayan diyorum kendime, dayan domates saçlı ful:)havalar ısınacak, güneş çıkacak, tatile gideceksin, güneşe karşı uzanacaksın, denizin tadına varacaksın, mis gibi akşam havasını içine çekerken yıldızları seyredeceksin, dans edeceksin,o zaman iç sıkıntısından eser kalmayacak, sonra döndüğünde yeni bir iş bulacaksın, bir de beyaz atlı prensini!

Gecikme nedeni olarak atının ayağının burkulduğunu söyleyecek ve sonsuza dek mutlu yaşayacaksınız, bugüne kadar masalıma yeterince cadı karşıtığı için artık o faslı atlıyorum, direkt görüşeceğiz va badire atlatmadan mutlu sona kavuşacağız.

Her şey güzel olacak, derin bir nefes almalıyım,

Geçecek, bitecek, her şey iyi olacak,

Renklerimden asla vazgeçmemeliyim.

Güneş bulutların ardından çıkacak, içimizi ve ruhumuzu aydınlatacak,

Bu telkinler aptalca değil hayır, kendimi yazının başından beri bi parça daha iyi hissediyorum,

Sabır ve zaman sadece.

Hayır gözler dolmuyor, her şey yolunda :)








yeni yazım 2 : http://melodik-minor.blogspot.com/2010/06/l-ise-yllarmda-kesfettigim-mirage.html

yeni yazım 3: http://melodik-minor.blogspot.com/2010/06/beatles.html

yeni yazım 4: http://melodik-minor.blogspot.com/2010/06/blonde-redhead.html

22 Haziran 2010 Salı

"sorular"



Haftasonu yine tesadüfler yaşadım, artık irdelemek dahi istemiyorum,

Anlatsam uydurduğumu düşünebilirsiniz o derece,

Ama anladım ki bu ara nadasta olmam gerekiyor,

Kafamın içindeki sorularıma ne yanıtlar buldum dün gece,
Belki kendimi kandırdım belki de gerçekten doğruydu verdiğim yanıtlar.
Her şeyin bomboş olduğunu bile bile hırsa kapılmış bunca insanın arasında kendimi uzaylı gibi hissettim dün.
Hiç kimseye ve hiç bir şeye ait olamama duygusu kapladı dört bir yanımı,
Biraz somurtuk,biraz gülümseyerek yoluma devam ediyorum,
Herkes gibi, geleceğimi bilemeden,
Yolculuk için duvara çentik atan, her şeyi değiştirecek gücü kendisinde bulmak isteyen her insan gibi...
Sağlığım olsun yeter bana,
Gökyüzünü görebildikçe hala umutluyum...
Dün tüm bunları düşünürken fonda çalan şarkılarla ilgili yeni bir yazı yazdım,


Şarkılar olmasa ben yapardım bilemiyorum.

21 Haziran 2010 Pazartesi

"Yeni yazım"


"Bazı şarkılar vardır, işte onlar gerçekten tılsımlıdır! Sizi alır başka bir boyuta götürür. Şarkı, yalnızca o beş dakika içinde bulunduğunuz durumu ve ruh halinizi size tamamen unutturur, duygularınızı bambaşka bir ortama taşır,algılarınızı açar, adeta tazelenirsiniz..."


Melodik Minor'de ilk yazımı okumanız için tıklamanız yeterli,

izlemeye alırsanız çok sevinirim.

Keyifle okuyun ve dinleyin !

İyi haftalar!

18 Haziran 2010 Cuma

"2.blogum yeniden açıldı."



geçtiğimiz günlerden çok daha iyiyim, gerçekten...


müzik yazıları blogumu yeniden başlatıyorum,


melodik minor artık faaliyette.


bu sefer düzenli yazacağım söz,


en kısa sürede görüşmek üzere,


beni merak eden, soran herkese teşekkürler...

16 Haziran 2010 Çarşamba

"üç nokta"






Bir senedir bana uğramayan kabusum mide ağrısı, neden geldin hayırdır?sayende bir şey yiyemez oldum, tamam geçmezsen doktora gidicem söz, yeter artık her şey üst üste mi gelir?

Bir bilet alsam, binsem otobüse, saatlerce hiç durmadan gitsem, giderken ağlasam, hiç durmadan, her şeye herkese ağlasam, içimdeki her şey beni terk etse, yeniden doğsam ne olur...

14 Haziran 2010 Pazartesi

"Tesadüf diye bir şey yoktur ful!"

Enerji almaya başladığımdan beri hayatımda ilginç tesadüflere denk gelmeye başladım, kafamda çözümlenmeyi bekleyen soruların cevaplarını çağırdığımı fark ettim.
Tüm bunları içten içe tesadüf diye nitelendirirken birden kung fu panda filmindeki bilge kaplumbağa ugvey'in söylediği gibi "tesadüf diye bir şeyin olmadığının" ayırdına vardım!
Hele ki dün yaşadığım olayın ardından...
Internette yazı yazdığım bir başka sitedeki bir kız arkadaşımla buluşup tanışmaya karar verdik, sitede onlarca insan varken ben onunla tanışmam gerektiğini düşündüm, o bana yaklaşmadı, tanışmayı başlatan ben oldum diyebilirim,kendime yakın hissettim. Yalnız bu kızla önceden tanışıklığım ya da ortak arkadaşım yok.
(Yazdığı bir alıntıyı çok beğenmiştim, kendimi bulmuştum o alıntıda, bunu ona da söylemiştim, biz birbirimize benziyoruz bence bunu hissediyorum demiştim. Ona senenin başında yaşadığım olayı anlatmıştım, aşık olup da sonra nasıl süründüğümü, her şeyin nasıl bombok hale geldiğini ve bu alıntının beni ne kadar anlattığını, durumumu nasıl yansıttığını da eklemiştim. Hatta onu tanımadan ona bunu anlattığım için kendime de kızmıştım biraz ama içimden bir ses de anlatmam gerektiğini söylemişti.)
Hislerimin beni yanıltmadığını acı da olsa bir gerçekle öğrendim.
Sohbetimize eşlik edecek arkadaşımızın son anda işinin çıkmış olması ve bize katılamayarak farkında olmadan başbaşa bırakmış olması da öğrendiğim acı gerçeğin zeminini rahatlıkla hazırlamış oldu.
İşte klişe olarak söylemek gerekirse kader benim için, onun için, bizim için resmen ağlarını ördü..gizliden gizliye..yavaş yavaş ve kusursuz!

ve anlardan mütevellit buruk hikayemi oluşturdu...
Açılan sohbetler, havalar sular, eski ilişkiler, anılar derken, aynı mekanlar, aynı şehirler..birden ortaya saçılan elleri buz kestiren acabalar..sonra yaşanan şoklar..inkar edişler ve yok artık daha neler deyişler..
Hatta benim kuvvetli hislerim karşısında şakayla karışık, "yok ben cadı değilim,yalnızca hislerim fazla kuvvetli merak etme" dediğim anlar..
İşin özünde bu yeni arkadaşımın beni "Amerika'ya gidiyorum" palavralarıyla uyutan zat-ı muhterem'in 15 gün önce benzer bahanelerle ayrıldığı sevgilisi olduğunu öğrendiğim ana geçişi yaşadığım dakikalara varış..alınan derin nefesler, dudağımın kenarında alaycı ve acı bir gülümseme, kısa cümleler, yere doğru yeşil spor ayakkabılarım ve mor eteğime bakan kaçamak gözlerim, fonda çalan indie karışımı müzikler, göz ucuyla birbirimizi süzdüğümüz ama ters ana denk gelen dövmelerine bayıldığım ve beni sen anlar mısın sorusunu yöneltmeyi şiddetle istediğim ve şu an aklımın bir kenarında asılı duran anlamsız ama hoş bir çocuk, bir yandan yaşanan tuhaf bir iç ferahlığı, içimden ve dışımdan savurduğum vay orospu çocuğu küfürleri, yeni arkadaşım ve kendi adıma gözlerim dahi dolmadan üzülüşüm...
Sonrasında yeni arkadaşımın onu araması, yarım saatten fazla dışarda telefon konuşması yapışı, salak bir bekleyiş, elimdeki devasal yüzüğümle oynayışım, ojelerimin kenarını kemirişim, bir kaç paçavra dergiyi istemsiz karıştırma eylemim, okumayı öğrenmeyen çocuk gibi resimlere göz gezdiriş halim...yeni arkadaşın dönmesi, benden ona hiç bahsetmeyişini anlatışı, ağlayışı, etraftaki bir kaç masadan merakla karışık acı ve aslında ben oraya bakıyordum kızın ağlaması üstüne denk geldi bakışları..benimse her şeye rağmen hala ful yaprakları gülüşünü suratımda taşımam, iyi oldu, pembe gözlüklerim hala çantamda, onlardan ayrılamam gözlüklerim olmazsa ben yaşayamam tavrım..ben acı çekerken o bir başkasına sevgilim deyip aynı güzel cümleleri onun içinde kuruyormuş derken lugatıma eklediğim yeni küfür reçeteleri..yarın bloguma yazacağım diye düşündüğüm bol üç noktalı yazı taslakları..havada uçuşan ama tutamadağım dağınık bir yığın düşünce..

Ve sonunda tuhaf tesadüfe inanası gelmeyen, bir daha biraraya gelirler mi belli olmayan ama yan yana yürüyen iki insan..pişkinliğine ve hayatta yalnız ve mutsuz olmayı hak ediyorsun dediğim her petekten bal çalmaya meraklı arı içinse söylenecek söz yok..s
öylenecek her fazla kelime kayıp olur, çünkü ben kelimelere değer veririm...

İşte yalın ve keskin bir o kadar da şaşırtıcı hikayem...

Sizce böyle bir tesadüf olabilir mi?


Ona ait "neden böyle yaptı"sorularını kafamda bir türlü çözemediğim bu zat'ın böylesi bir durumunu öğrenmem ve içimin tümden hafiflemesiyle acı görünen ama ferahlıkla kapanışı yapılan hikayem son buldu.

Netice itibariyle ikimizi aynı anda idare etmediği için kendisini haklı sayan ama benimle yaşadığı bu olayın hemen ardından bir yandan da bana seni asla unutamam derken bu kızla birlikte olan bu asalak adam'ı hayatımdan çıkarmakla ne kadar doğru bir karar vermiş olduğumu gördüm.
O zaman çok üzüldüm, çok yıprandım ama hep biliyordum ki bu üzüntünün içinde bile beni mutlu edecek, bana hayrı dokunacak bir şey vardı. Hep buna inandım ve gördüm ki varmış...

Şimdi sımsıkı kapattığım bir defterim yok, o defteri yakıp küllerini etrafa saçtığım eski bir hikayem var benim.

İnsanların çoğunun ne denli barbar, duygu simsarı olduğunu zaten biliyordum, her acının beni büyüttüğünü de..ve hala tüm kalbimle inanıyorum ki en kısa zamanda en çok istediklerime kavuşacağım..istediğim her şey, tam da içimden geldiği gibi, istediğim gibi yaşayacağım.


Ful Yaprakları bu hikayesinden sonra inanarak der ki ;
Hayat bize sadece hak ettiklerimizi sunar ve son sözler hiç bir zaman bize ait olmaz,
Onu, biz insancıklara "hayat" söyler...

ama er ama geç...

P.S. Bu şizofren, tüm olanların ortaya çıkmasına rağmen hala benim başka sitedeki yazılarıma yorum yazma cesaretini gösterebiliyor.Bu da ayrı bi yüzsüzlük olsa gerek!

9 Haziran 2010 Çarşamba

"içinizde tuttuklarınız"



-"Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?"
-50gm!' .... '100gm!' .....'125gm'..diye öğrenciler yanıtladı.
-"Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem, " dedi profösör, "ama, benim sorum şu ki :"Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?"
-'Hiçbir şey' diye yanıtladı öğrenciler.
-"Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?" diye sordu profesör bu kez.
-"Kolunuz ağrımaya başlardı efendim" diye öğrencilerden biri yanıtladı
-"Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?"
-"Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!".

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.

-"Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?"diye sordu profesör.
-"Hayır." diye yanıtladı herkes.
-Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

-"Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?"diye tekrar profesör sordu.
-"Bardağı bırakın düşsün!" diye öğrencilerden biri yanıt verdi.
-"Kesinlikle! " dedi, profesör.

"Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,
Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi).
Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!

"Bardağı yere bırakın bugün!"

4 Haziran 2010 Cuma

"değişiklikler"

Ful yaprakları,
sayfasının sağ kısmında epey bir değişiklik yaptı,
gelecek hafta da değişiklikler devam edecek,
yeni resimler, yeni yazılar, yeni alıntılar ve yeni şiirler beğeninize sunuluyor,

itinayla okuyunuz !

İyi haftasonları...

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!