Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

28 Mayıs 2010 Cuma

"zihniyet"


-yazısız-
etrafımdaki insanların zihniyetlerini görebiliyorum bu karikatürde.
adalet, merhamet, iyi niyet, güleryüz yoksunu olan herkesi.
hırslarının kurbanı olmuş tüm insanları,
ruhlarını çoktan terk etmişleri.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

"şefkat"

Dişimi soran, merak eden,yardım eden herkese binlece teşekkürler,
Ağrım devam ediyor, daha hafif, bazen delirticek gibi,bazen suskun,ama benimle birlikte.
Berbat bir baskı yerleşti çeneme, delirtiyor.
Öncelikle haftasonu bir panaromik rontgen çekilerek son durumu diş hekimime gösterip "ameliyatlıktır" denildiğinde cerrah kısmında bana öneride bulunan blog arkadaşlarımı aramaya başlayacağım.
Beni merak eden ve ilgilenen herkese tekrar çok teşekkür ederim.
İyi ki varsınız...
Bir yandan dişim, bir yandan belim ağrıyor, bacaklarıma vuran o ağrıdan yıldım..moralim sıfırın altında.İş yerimde sorunlar aldı yürüdü...
Bir ışık bulmak,ona tutunmak ve kendimi ona teslim etmek istiyorum.
Kendimi anlık mutluluklara bıraktım ve içimde ciddi bir duygu gelgiti yaşıyorum ki zor bir durumdayım ve ne yapacağımı bilemiyorum.
Bir gün içinde farklı farklı onlarca ruh hali ve duygunun tadına bakıyorum sanki..bir mutlu, bir boşvermiş,bir dipte,bir umutlu,bir yılgın...
Bende bu ara en çok eksikliğini hissettiğim duygunun farkına vardım,aslında enerji seansında da bunun farkına vardık; "şefkat"...
Birine sığınmaya, saçlarımı okşamasına, huzurla omuzunda dinlenmeye ihtiyacım var.
Aşk değil belki de tam aradığım, tutku değil şu anda,macera hiç değil..istediğim tek şey şefkat...
Birilerinin bana "geçecek, bitecek, her şey yoluna girecek masalları" anlatmasına,
ve benim de o masallara inanmaya çok ihtiyacım var.
Hatta öyle inanayım ki hepsi gerçek olsun...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

"yardımınızı bekliyorum"





Hep hayatla ilgili yazılar yazıyordum, işte hayatım ta kendisi, gayet keskin ve gerçek bir acı!

Ağzında tek çürük olmayan dişlerine özen gösteren, ağrı nedir bilmeyen ben, diş ağrısıyla tanıştım!!!

Bir türlü kendine yer bulamayan 3 ayrı 20 yaş dişim, en iyisi biz bu minicik çenede gömülü kalalım ve burada Ful'e hayatı zindan edelim dediler...

Canım yanıyor.

Yalnızca bir dişim çıkabilmişken, kalan 3 dişim gömülü...Ve senelerdir zaman zaman beni yoklayan ağrı, son bir haftadır kendini hissettirmeye başladı.

Üst çenemde yalnızca 3'te birini görebildiğim o diş, kendine yer bulamadığı için üst çenemi iterek beni perişan ediyor, inanılmaz bir çene baskısı,başımda ayrıca bir baskı ve mide bulantısı çekiyorum...

Ameliyat diyecekler biliyorum, öyle bir durumdayım ki maddi olarak karşılayabilmem çok zor,tatil için para biriktirmek zorundayım, senede bir tatilim var ve bunu asla riske atamam şakası yok.

Üstelik bu ameliyatı işin ehline yaptırmak gerek, zor bir operasyon..Yüzüm şişmesin, canım daha da yanmasın, titiz ve mühim bir iş ne de olsa...

Haftasonu hastanede muayene olup rontgen çektirerek tam teşhis ve durumu alıp, cerrah aramaya başlayacağım sanırım.

Dişçim saatli bomba demişti bu dişlere, haklıymış...

İyi profesörler biliyorum, tavsiye ettiler ama ücretlerine erişemem.

Tanıdığınız, bildiğiniz, işinin ehli ve fiyat konusunda aşırılara kaçmayan İstanbul Anadolu yakasında cerrahlar varsa, lütfen yorumlarda adını ve iletişim bilgilerini benimle paylaşın...


Mutlu, sağlıklı bir hafta diliyorum!

17 Mayıs 2010 Pazartesi

"moral düzeltmek için"

Sanıyor musunuz ki mutluyum? Henüz mutlu değilim,mutluluğun bir amaç değil araç olduğunu fark edeli epey zaman geçtiğinden beri kendimi kaptırmıyorum bir şeylere...
Dün moralim sıfırın altındaydı mesela.

Moralsizliğimin yanında cumartesi günü dolmuşta beyin noksanlığından tüm pencereleri açan bir kaç salak yüzünden, sırtıma yediğim şiddetli rüzgarın acısı da vardı bende.
Tekrarlayan bir takım sağlık sorunları, ruhsal anlamda beni yoran bazı insanlar...
Düşündükçe battığımı hissedip dur ful!yapma böyle dedim.
Ruhen ve bedenen kendimi toparlamaya, anksiyetemi yenmeye çalıştım kendimce, biraz iyi olur gibi oldum,sonra biraz daha iyi, pencereyi açtım, güneşe karşı oturdum, bir yandan da kulaklığım kulağımda..en huzurlu melodileri dinleyerek gözlerimi kapadım, hayaller kurdum, "raindrops keep falling on my head" şarkısının eşliğinde kendimi her şeyin iyi olacağına inandırdığım minik bir mola verdim sıkıntılarıma.
Güneşin enerjisini bedenimde hissettim, o enerjinin beni gülümsetmesine izin verdim.Ardından Erdem Yener'in "Belki"si ruhumu okşadı,"belki bir gün" dedim..sonra Coldplay'den "in my place" beni deşarj etti,"how long must you pay for him" derken Chris Martin'le birlikte söylüyormuşcasına içtenlikle katıldım şarkıya.
Ardından bir de baktım güneş beni iyiden iyiye ısıttı,rüzgar hafiften kendime getirdi..Tamam dedim şimdilik bu kadar mola yeter..
Böylesi bir 15-20 dakika geçirdim..ve gözlerimi az önceki odaya açtım..Aynı oda,aynı sorunlar,aynı gün,ama bir parça olsun daha farklı bir ben.Sonrası? Tabii ki daha iyiydim. Pencereyi açmayıp kendimi pikenin içine ve yatağa hapsetseydim, elime televizyonun kumandasını alsaydım o zaman daha iyi olamazdım.
Ruhuma yazık dedim, bedenime yazık,kendine iyi gelen bir şeyler yapmalısın ful!
Üniversitede bir arkadaşım vardı, demişti ki bana "moralim bozuk olduğunda asla depresif bir müzik açıp kendime,olaylara ağlamam,öyle bir köşeye sinip kendime acımam. Açarım müziği, en sevdiğim en ritmik şarkıyı dinlerim,dans ederim, kafamı dağıtırım, önce canım istemez ama sonrasında bir de bakarım ki neşelenmişim."

İşte bunu o zamandan beri aklımdan çıkarmadım hiç,önceleri çok saçma gelirdi bana,ama uygulayınca gördüm ki gerçekten işe yarıyor, biz millet olarak kendimize acı çektirmekten zaten zevk alıyoruz. Bir ayrılık sonrası duman grubunun sezen aksu cover'ı "her şeyi yak"ı dinleyerek yerlerde sürünmektense, Ajda Pekkan'a "seveceğim, gezeceğim,görürsün sana neler edeceğim'şeklinde eşlik etmek daha akıl karı sanırım :)
Ya da kızları arayıp içelim, ağlayalım, erkeklerin köküne kibrit suyu!!Allah da beni kahretsin hep aynı şeyi yapıyorum demek yerine, içelim ama sağlığa içelim, güzel günlere içelim,yeni başlangıçlara içelim demiyoruz?
Bunalımın da bir haddi var ama dimi?
Televizyon karşısında vakit öldürmek yerine kitabmı aldım elime, sorunlarım geçmedi tamam, ama moralim düzeldi bir parça ve daha iyi hissettim.

Sanki bir filmde kendimi izliyormuşum gibi bakmaya çalıştım kendime, olayların derinine girmeden yüzeysel olarak üzerinden geçtim.
Bir haftasonu da böylece geçti gitti,

Yepyeni bir başlangıç yapıyoruz bu Pazartesiyle birlite,
Rutinden uzak, sağlık dolu bir hafta olsun,
Yüzümüz gülsün,

İyi haftalar!

14 Mayıs 2010 Cuma

28.yaşım, olgunluk yaşım...

28 yaşım.

Yok,bugün benim doğum günüm değil,
28 yaşımla ben geçen senenin son zamanlarında tanıştık.

Biraz değişik, biraz olgun, biraz diğer yaşlarımdan farklıydı...

Hala da 28 yaşım için değişmedi düşüncem, keskin kararlarıma sahne olan, arayışlarımın had safhada olduğu, enerji aldığım dönemin başlangıçlarına denk gelen, benim için hayatın anlamının tamamen değiştiği yaşım.

Bir kaç sene içinde çok değiştim, eski yazılarımı okuduğumda da değişimin ne kadar fazla olduğunu gözlemleyebiliyorum. Bunu sizlerde gözlemleyebiliyorsunuzdur öyle değil mi?Benimle de paylaşır mısınız gözlemlerinizi?

Eskiden de olgun, kararlı bir insandım ama bu yaşımla birlikte azımsanmayacak bir şiddetle olgunlaştığımı, daha farklı hissetmeye başladığımı duyumsuyorum.

Değer yargılarım, bakış açım, insanlara olan yaklaşımım, hayatla yaptığım ve üzerine artık çok da düşünmediğim dansım, bağlılığım, eskisine oranla incelen duvarlarım, yok olan sınırlarım...

Artık beni üzen insanları umursamıyorum, bu raddeye ne kadar da zor geldiğimi biliyorum, iş yerinde neler oluyor mesela son günlerde bir bilseniz, artık üzerine düşünmüyorum bile, elimden gelen budur diyorum, akışına bırakıyorum. Bakıyorum bana ne kadar değer veriyorlar, "hiç.."bunu açıkça görüyorum. O zaman ben de kendimi heba etmiyorum, buraya olan biten tüm olumsuzlukları yazmıyorum bile. Vaktimi onların oyunlarına harcamıyorum, hayatta kendi oyunumu ve kendi rolumü yazıyorum.

Neleri isteyip neleri istemediğime karar veriyorum, kimler olmalı hayatımda diyorum.

Etrafımda dolaşan adamlara şöyle bir bakıyorum, tartıyorum. Önceklik verdiğim değerler onlarda var mı diye gözlemliyorum...

Egoları yüksekse yanıma bile yaklaştırmıyorum, nasılsa değişir diye boşluktan kimsenin kollarına bırakmıyorum kendimi. Bir anlık istek ya da kıvılcım beni yerimden oynatıp yanlış bir ilişkinin başlangıç hamlelerine sürüklemiyor.

Ayaklarım yere daha sağlam basıyor ve evet daha bencil, bir o kadar da daha duyarlı yaşıyorum. Hiç tanımadığım insanlara yardım ediyorum, ihtiyacı olduğunu hissettiğim insanlara elimi uzatıyorum, onları tanımam gerekmiyor elbette ki.
Ve yıllardır tanıdığım ama vampir gibi enerjimi, iyi niyetimi sömüren insanlara da öylesine gülümseyip geçiyorum, mesafemi koruyorum, vaktimi onlar için harcamıyorum

Sadece anlatanın hayatında olup bitenlerin bana aktarılması için planlanmış ve benim ne yaşadığımın dahi konusunun geçmediği, benim yüzeysel dinlendiğim sohbet ortamlarından uzaklaşıyorum.


Yarın hayatın bitebileceğini düşünerek içimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum.Bunları isterken çok fazla zorlukla karşılaşıyorum ama o zorlukları,duvarları ve insanları aşmak için eskisi kadar olağanüstü çaba göstermiyorum, sadece istiyor, adım atıyor, normal olarak çabalıyor ve akışına bırakıyorum.


Hiç değiştiremeyeceğim insanları ve durumları değiştirmek için kendimi yıpratmıyorum, sonu aynı senaryolardan hızla koşarak kaçıyorum.


Hedeflerimin içinde böylesi zor insanlar ve durumlar varsa hedeflerimi onlar üzerinde değil de etraflarından dolandırarak gerçekleştirmeyi seçiyorum, görüyorum ki daha az üzülüyorum.

Tüm bunlar 28 yaşımla birlikte geldi bana.


Aslında belki de hayatın bana sunduğu en güzel hediyelerden biridir bu olgunluk dönemi, 29.yaşımı kutlamama 6 ay varken, ruhsal anlamda yaşadığım bu değişimi yeniden doğuş olarak adlandırıyorum.

Bir yaş daha yaşlanmadım ben, yeniden doğdum.

Bugünü benim ruhumun olgunluğunun yeniden doğuş günü ilan ediyorum...

Darısı sizin başınıza ;)

5 Mayıs 2010 Çarşamba

"Ucu kırık kalemler"

Umay Gedikoğlu ya da daha bilinen adıyla Umay Umay'dan güzel bir yazı;

Bazen hiç tanımadığımız bir insanı; onun sizden uzakta geçen zamanını belirleyen kişi olduğunuzu fark edersiniz. Bu aslında sanatın ve bir yumak haline gelmiş sorunlarınızın neticesidir. İçe dönük hayatınızın ve uslanmaz dilinizin size kazandırdığı parlak tecrübe…

Bu insanlar kalbinize ulaşacakları her cereyanı ağır hasta olarak yanlarında taşırlar. Tapınılacak yalnızlıklarına ortak bulmuşlardır. Bir fotoğraf ya da bir şiirle yaşarlar.İşin en kötü tarafı acıyarak ya da acıtarak sevmeyi öğrendiklerinden dikkat ve zekaküpüdürler. Onlara dokunmayı, teselli verici birkaç sözcüğü bulana dek duygular aşk noktasına doğru atak yapar. Gördüklerine sahip olmayı arzulayan çırpınışları sessiz yanıtlar olarak karşılarsınız.

Bazen cesaret verici olaylar olur. Kuru teşekkürünüzden daha fazlasını katarsınız sözcüklere. Bir başkasının kalbini dolduran heyecanlara açık kapı bırakırsınız. Ama bu sizi çocuksu talebinizden başka bir şey değildir. Karşılaşmak. Hayat boyu taşıyacağınız yeni bir işaret bulduğunuzu sanmak.
O zaman işler karmakarışık olur. Görüldüğü kadar kolay değildir içinizdeki kırgınlığı bağışlamak. “Yapmamalıydım” dersiniz. Perdeleri açmamalıydım.

Bazı yolculuklara dönüşler düşünülmeden çıkılır. O bazı yolculuklara her gün çıkarsınız. Tanrının yabancılıkla ödüllendirdiği çocukluğunuzla yan yana yürürsünüz. Çimenlere iliştirilmiş yazıyı dikkatle okursunuz “Çiçek Dalında Güzeldir.”

Bazen hiçbir şey olmaz. Kimse yaralarıyla inleyen şiiri görmez. Sesi olmayan bir kapının kapandığını fark edersiniz. Umursamazlığınızı bir jilet gibi yanınızda taşırsınız. İkon tarzı duruşunuz ve sertliğiniz konuşulur. Başkalarının cesaretini kıran tarzınız, tanımadığınız insanların düşlerine gömülür. Size ellerindeki adresler ve şiirlerle ulaşamazlar. En başından kaybettiklerini düşünürler. Gerçeğiniz karşısında yalancı ve çocukturlar.

Bazen dostluk ya da aşk yerin savaşla tanışırsınız. Onlar kalplerini, zekalarıyla donattıkları bir savaş alanına dönüştürürler. Birdenbire kendinizi gardınızı almış bulursunuz. İki kişilik savaşın nasıl ve hangi nedenlerle başladığı bilinmez. Güçlü kadın imajından kuşkulanırsınız. Böyle durumlarda saçma da olsa bir nedene ihtiyacınız vardır. En yakın dostunuz kahvesini yudumlarken bu nedeni söyleyiverir. Sinirden yeni silahlar, yeni ve ağır karşılıklar bulmak için harekete geçersiniz. Oyuna gelirsiniz. Kaybetmeye alışık olduğunuzu unutursunuz. Nefretten doğacak aşkı beklersiniz. Nefret büyür aşk onun gerisinde kalır.

Bazen göz yaşlarınıza değen birini bulursunuz. Silik bir anıdan içinizi saran hayaller yaratırlar. Kaybolmalarından, yiyecekleri darbelerin onları sıradanlaştırmasından korkarsınız. Başlayamamaktan ya da bitirememekten, gülümserken sakladıklarınızdan, elinizde kalanların boşluğundan, yeri doldurulamaz vedalardan çekinirsiniz. Yine de parlak tecrübelerinizi unutup derinlere dalacak cesareti ve deliliği yakalarsınız.

Ucu kırık kalemleri sırf bu yüzden saklarsınız…

3 Mayıs 2010 Pazartesi

"sadece kendi anlatacaklarına sıra gelsin diye dinler sizi"

Gözlemliyorum, bu yeteneğimi seviyorum.
Biliyorum 6.hissimin kuvvetiyle birleştiğinde bazen korkutucu sonuçlar doğurabiliyor ama yine de seviyorum işte...
Davranış bilimleri üzerine master yapmak için uzun süredir düşünmem, insan ilişkileri ve karakter tahlillerini sevmem de bunu destekliyor aslında.
Güneşli ve rüzgarlı bir pazar günü, deniz kıyısında kalabalık bir kafe...
Kadın ve adam oturuyorlar kalabalıkta, aslında kalabalık içindeler ama yakınımdalar..kolaylıkla inceleyebiliyorum onları. Kadının karakterini anlayabiliyorum, duruşundan, bakışından, hareketlerinden, mimiklerinden, güleryüzünden.. İçten gibi geliyor bana, biraz da ürkek gibi. İyi tanırım ürkekleri, kendimden dolayı..sanki bir korkusu var da evhamını gizlemeye çalışıp rahat olmayı seçiyor gibi..ama ne kadar rahat olursa olsun içten içe tedirgin gibi, orada ama orada değilmiş gibi..
Hep adam anlatıyor o dinliyor, onay veriyor başıyla. Göz ucuyla bakıyorum ki konuya girmek istediğinde adam lafı ağzına tıkıyor, halbuki gözlerinden belli ne kadar da bilgisi olduğu...
Sitem ediyor bir iki, şaka yollu atışıyorlar,o ara gülüşlerini daha çok duyuyorum konuşmalarından.. Ama adam anlamıyor onu, kadının ne kadar narin olduğunu fark etmiyor, kendini anlatıyor sürekli. Ben bile onun yüksek ses tonuyla kendini bu kadar anlatmasından sıkılıyorum. Keskin yargılarını seziyorum, "ben sadece ben" demesini yadırgıyorum.
Hani bazı insanlar vardır sadece kendi anlatacaklarına sıra gelsin diye dinler sizi, öyle biri işte...
Aslında o kadında biraz da kendimi buluyorum o an, geçmişte yaşadıklarımı düşünüyorum. Orada olup aslında gerçekten de orada olamamanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum.İçinden yüreğine dokunan birini nasıl da istediğini fark ediyorum. Denize karşı uzak dalgın ve yine de gülümsemeyle, umutla dolu bakışlarını kendi bakışlarıma benzetiyorum...
Yakın oturduğumuzdan ve karşımda olduklarından konuştuklarını da büyük ölçüde duyabiliyorum.Kızın hararetle üniversite yıllarını ve ideallerini adeta savunur gibi heyecanla anlatışından ve adamın o başı dik sürekli tez üreten tavrından kızın mesleğini küçümsediğini fark ediyorum, içim cız ediyor. "Siz nesiniz ki koskoca evrende minicik bir zerre..Kendinizi nasıl bu kadar yüksek görebilirsiniz" diye geçiriyorum içimden.Sonra kendime hayret ediyorum, nasıl da çözümledim diyorum.Acaba gerçekten öyleler mi yoksa ben mi öyle görmek istedim, kadını kendi karakterime benzetmek mi istedim diyorum.
Ben de düşünüyorum, kendimi, etrafımdaki onca insanı...
Onlar gibi ya da gözlemlediğim bu kadın gibi olmaktansa, yalnız olmayı yeğlediğimi duyumsuyorum şiddetle.
Kadını çok iyi anlıyorum...
Sıkılgan tavırlarını ve kalkmak için acele edişini de fark ettiğimde, doğru kanaate vardığımı hissediyorum.
Bizler minicik zerreler, hayatta karşındakini dinlemek, onu anlamak, anlayamasak da anlamak için çaba sarf etmek kadar önemli bir şey olmadığını fark etmek için neden bu kadar geç kalıyoruz?
Oysa bilmiyoruz ki, en önemli şey dinlemek, sohbet edebilmek, ortak noktalar hakkında bir şeyler paylaşabilmek...
İlişkilerdeki en önemli sorun da bu noktadan başlayarak ortaya çıkıyor zaten, iletişimsizlik...
Sürekli kendinden bahseden bu adam, bir ara nefes alsa ve kadına baksa onun ne kadar sıkıldığını fark etmemesi için hiç bir neden olmadığını anlayacak ancak durup nefes almaya kimsenin vakti yok bu aralar.
Nefes=hayat.
Bazıları sadece yaşadığını zannediyor...

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!