Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

30 Nisan 2009 Perşembe

"ödülleri seviyorum!"


Blog camiasının en güzel yürekli üyelerinden Ayça'm, bana şirin bir ödül vermiş,

İnanın sizleri tanıdığıma çok mutluyum,

Henüz yüzlerinizi göremesem de kalplerinizi görebiliyorum :)

İşte ödüllerim,

Pırıltılı Cadı
Guguk Kuşu
Meltem
Kirpikteki Gözyaşı
Jojikmoda
Kırmızı Günlük
Eyes of me
Ayça'nın dükkanı
Öykü

"Herkes 2.şansı hak eder..."

Kimi insanlar vardır elektriğiniz tutmaz, yanyanayken havada kıvılcımlar uçar adeta, dokunsanız "çat" diye çarpacak olursunuz-ki benim böyle bir huyum vardır, bazen kapı kolları ve insanları çat diye çarparım karşımdaki irkilir ne oldu diye:)Geçen bir karıncamı çarptım "aaa o neydi acıdı ama" dedi!
Neyse ben ne yazıyordum konuma geri döneyim, böyle olumsuz elektrik aldığım çok fazla insan var burada, samimiyetsiz ve yapay bulduğum, kıskanıldığımı şiddetle hissettiğim, bu nedenle nazar boncuklarıyla gezmeme ve dualar okumama sebep olanlar..
Yazılarımı okuyanlar bilir, çok dost canlısıyım ve her işyerinde can dostlar edinirim, iyi vakit geçirmekle kalmaz senelerdir de görüşürüm, ama burda demiştim ya size de kimsecikler yok...Etrafa bakarsanız hacmen dolu ama "insan" ararsanız yok!
Santralde görevli bir kız var, yaşça benden küçük.İlk gördüğümde suratsızlığını tersliğini fark etmiştim ama demiştim ki her insan 2.ve kimi zaman 3. şansları hak eder,çünkü içinde bulundukları durumu bilemeyiz. Bir kaç kez suratına soru sorup da yanıt alamayınca dedim ki 2.şans bitti ama belki zor bir dönemden geçiyordur hayatında. Bak sen Ful, ne kadar da iyi niyetlisin bu denlisi iyi değil bence:)
Sonra ne zaman ki telefon bağlatmak için aradığımda bir kaç kez "ufff ne var"diye telefonu açtı (benim olduğumu bilerek) o zaman insanı insan yapan değerlerden uzak olan bu "zat" benden puanını aldı...Adetimdir bilirsiniz, sabahları günaydın demek, hatır sormak, kolay gelsin demek...Bunlar ufak şeyler gibi görünür oysa kocamandır aslında.Nezakettir, hürmettir, içtenliktir, sevgidir tabii anlayana.
Kişisel telefonumu dış hatlara aranabilir hale getirdiklerinden beri muhattab olmuyorum çok şükür, kargo geldiğinde haber veriyor, konuklarım geldiğinde haber veriyor, bir de akşam serviste karşılaşıyoruz hepsi bu. Diğer insanlar da soğuk burada sebebini bilemiyorum güneş görmeyen memlekette mi yetiştiler diyeceğim ama yok, bu katılığın sebebi bir başka herhalde kötü bir tesadüf belki de hepsinin buraya toplanması.
Dün akşam servis gelmiş, binmeden önce bunu gördüm orada "bilmem kim hanım gelecek mi bekleyecek miyiz onu da" dedim ses vermedi, bir şey daha sordum mıy mıy bişi dedi ağzının içinde yine anlamadım,dün zaten üstümde bir yorgunluk, gerginlik vardı,"ben en iyisi bineyim dedim kavga çıkmasın.."Kız yokmuşum gibi davranıyor hayatta en nefret ettiğim davranış biçimlerinden biri..Neyse servise bindik, yolum yakın çok şükür, inmeden önce bunun yanında oturan aynı zamanda santralde ona eşlik eden kadın ona şunu dedi: Ful buralarda mı oturuyor, aman Allah aşkına burda otursan ne olur ya!" dediğini duydum, o an çok şey söylemek geçti içimden ama ben kibar ve asil bir Ful'um, Allah'a havale ettim.
Ben semtimi burada yazmam, ama söyleyebileceğim şey şudur 20 sene erenköy ve bağdat caddesinde oturdum, şu an ki semtimde gayet güzel, huzurlu, adeta yazlık bir kasaba gibi.
Evim yepyeni bir bina, geniş ferah pencereleri yerlere kadar, Allah olmayana da versin inşallah ama bunun kıskançlık amacıyla söylendiğini öyle sezdim ki bunu açıklama gereği hissettim.Kendime kızdım bu insanlar değil 2.şans benim ufacık bir sözümü dahi hak etmiyor dedim.
Önemli olan evinizin nasıl olduğu, hangi semtte olduğu, kaç odalı olduğu değildir, önemli olan o evin içindeki "huzur"dur.Bugüne kadar oturduğum hiç bir evde böylesi ferah bir manzaram olmamıştı, güneşin batışını seyredememiştim binaların sıkışıklığından, rüzgarı hissedememiştim yüksek katlı onca beton yığınından, oysa şimdi öyle ferahım ki, komşularım da iyi çok şükür, apartman görevlimiz de çok iyi niyetli yardımsever bir adam,bugüne kadarki evlerde hep dedikoducu pis komşulara,çalışmayan apartman görevlilerine denk gelmiştik, çok çektik onlardan, yani ben burada oturmayı seviyorum...Önemli olan da huzur zaten,bütün bu saydıklarımı bir yana koyun, o zaman dört duvarın önemi kalıyor mu ?
Ne olursa olsun, nereye gidersek gidelim şu üç günlük dünyada böyle insanlarla her yerde bol bol karşılaşacağız, dün 2.şansa pişman olsam da bugün diyorum ki herkes ek bir kaç şansı hak eder.Bu kişiler artık beni kaybetti ancak bu ve bunlar gibi kişiler asla hayat felsefemi değiştiremez benim;
Ne demişler "iyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı..." Böyle insanlarla mutahhab olmamak sanırım en iyisi...
Herkese mutlu-umutlu sabahlar diliyorum,İstanbul'da yine serin ve yağmurlu bir hava olsa da, biliyoruz yaz geliyor, güzel günler çok yakında...

29 Nisan 2009 Çarşamba

"9 şehit"


Diyarbakır-Bingöl karayolunun Lice'ye 10 kilometre uzaklıktaki Abalı köyünde patlayan mayın...
"9 askerimiz şehit"

Söylenecek sözler boğazımda düğümleniyor,

Evlat acısının tarifi var mıdır?
Hangi insan kaybının tarifi vardır ki...
Allah annelerine, babalarına, akrabalarına, eşlerine, sevdiklerine sabır versin,
Kaç ocakta yangın var kimbilir bugün,
Kaç ananın yüreği yanıyor cayır cayır...

"benim melodim"

İnsanız işte, her zaman ıslık çalıp eller cepte yürüyemiyoruz keyifle.
Bir anımız diğerine uymuyor, her an bir hüzün bir mutluluk, yaşamın kendisi bu ahenkle dönüyor zaten.
Ben de makine değilim şüphesiz, etten kemikten yapılmışım, bir yerlerde motivasyonum düşer, bazen umutsuz hissederim bazen de umutlu.
Bu sabah uyandığımdan beri gözlerim dolu dolu nedendir bilmem ya da bilirim de bilinçaltında uyur durur söyleyemem bir durgunluk var üzerimde.
Dedim ya gözlerim iki yağmur bulutu, içimde bir şeyler kırgın, birilerine, belki de herkese.
Kurallar, kanunlar, yasaklar, emirler, uyulması gerekenler, bir köşede bekleyen hayaller...
Bazen boyun eğiyorum bazen de şu damarım tutuveriyor ve soruyorum "neden" diye.
Dizginlerimi başkasının eline vermemek konusunda kararlılık yaşasam da bakıyor ve görüyorum ki her şey esaret üzerine kurulmuş sanki.
Hep birilerine, bir şeylere bağımlıyız...
İstiyorum ki yemyeşil bir kır, istiyorum ki masmavi bir deniz, istiyorum ki yalınayak özgürlükle sarmalanayım..Olmuyor işte, bir yandan veriyor hayat diğer yandan alıyor..Bu da hüzünle mutluluğun ahengine benziyor.
Yorganın altında kalıp saatlerce uyumak istediğinizde en mühim toplantılara girmek zorunda kalıyorsunuz, duygusal anlamda en çökük olduğunuz dönemde insanları sadece konuşan dudaklardan ibaret görmenize karşın diyalog kurmak zorunluluğu taşıyorsunuz.
İstiyorsunuz ki artık ;
sizin bakışlarınızda güneş olsun ,
sizin elinizde çiçekler olsun ,
sizin bir düzeniniz olsun,
elinizde keyifle yudumlayacağınız kadehiniz olsun.
İstiyorsunuz ki beklemenin bir meyvesi olsun artık tabağımda, mutluluğu olsun soframda.
Bir de bakıyorsunuz aylar geçiyor, yıllar geçiyor, etrafınızdakiler değişiyor, büyüyor, düğümleniyor,karışıyor,çözülüyor.
Siz pencerenizin önünde oturmuş gökyüzünü seyrediyorsunuz, umutla beklediğiniz her şeyi ufukta arıyorsunuz,
Mevsimler geçiyor, yıllar bitiyor,
Hayat hep aynı şekilde akıp gidiyor, kimine göre iyi kimine göre kötü, değişmeyen tek gerçek yine siz oluyorsunuz.oradan buraya, buradan oraya, aynı ritm, aynı hız, aynı melodi, sizin şarkınız tekrarlardan ibaretmiş öğreniyorsunuz.

27 Nisan 2009 Pazartesi

"Ayakkabı tutkum"

Aşağıda resimlerini gördüğünüz ayakkabılar koleksiyonumda mevcut:)
Yalnız "turkuaz converse" parçalanarak,"adidas special" ise tabanı hala sapasağlam ancak içi dağılarak ve rengi solarak maalesef hayata veda etti, Henüz 2 gün önce koleksiyonuma katılan yeşil-beyaz "adidas italia"yı bağrıma basıyor ve yeni modelleri gördüğümde kendimi tutmak için irade istiyorum:)
Yurtdışı mağazalarda öyle güzel adidas modelleri var ki, renkleri desenleri harika!Ancak Türkiye'ye getirilmiyor nedense, hele "gazelle" modelleri ekose desenler, morlar turkuazlar capcanlı,neden Türkiye'de göremiyoruz bilemiyorum...Yurtdışına giden tanıdık da yok ki sipariş vereyim...
Koleksiyonumun en güzel ve uygun fiyata bulduğum yepyeni capcanlı ayakkabılarla daha da renklenmesini diliyorum:))

"Pinokyolar..."

Günlerdir ortalarda yoktum, Cuma gününün de bana tatil olmasını fırsat bilip.......

a) Bir yerlere tatile gittim
b) Kendimi nadasa bıraktım
c) Tatil mi demişim bende o kadar para var mıydı?
d) Arkadaşlarımda kaldım, o parti senin bu parti benim eğlendim.

Yazılarımı okuyup da karakter tahlili yapanlar az çok anlamışlardır cevabı ama yine de söylemek lazım,
...b seçeneğini yaptım.
Erken yatıp geç kalktım, arkadaşlarımla görüştüm, alışveriş yaptım , aileme vakit ayırdım.
Tabii 3buçuk günlük tatil sonrası bu sabah uyandığımda sendroum kralını yaşadım halen de yaşamaktayım o ayrı:))
Bugün konum bu aralar ayrı ayrı sağlı sollu ataklarla beni yoklayan ama umursamadığım "pinokyo"lar...Yani pinokyo dediysek öyle sevimli de değil hani, bariz yalancı menfaatçi kişiliklerden muzdaribim.
Eski yazıları okuyanlar hatırlar şu hoparlör olayla ilgili "pes" yazımı ...
Hani masamdan hoparlorümü düşürüp kıran, paramparça eden ve benim gibi müzik insanını mono dinlemeye mahkum eden ve yenisini almayan şahsiyet!
Bu şahsa bu durumu anlatmanın her türlü yolu denedim.Baktım olmuyor her hafta ciddi ciddi yüzüne karşı "artık al şu hoparlörü ya da ben alayım faturayı getireyim" demeye başladım -ki değişen bişi olmayacak biliyorum bu sefer de parayı vermeyecek.Ama bir kulaktan giriyor diğerinden çıkıyor.Bir de utanmadan geçen hafta dedi ki "ya çıksam evden alicam ama işte çıkmıyorum.."Halbuki bunu söylediğinin sabahı söyledikleri "dün eşimle kadıköydeydik, hava ne soğuktu hala bahar gelemedi bir üşüdük ki sorma,boğazlarım şişti bugün.."Yalancı adam aynı zamanda da "iyi bir hafızaya sahip olmalı" diye boşuna dememişler!
Kadıköy, yazıcıoğlu iş hanı, en uygun fiyatlı aksesuarlar orada, almayanı döverler, hele ki birinin malına zarar verip kırdıysan ve 6 aydır telafi etmiyorsan adamlar yüzsüzlüğüne %20 indirim yapar belki!
Hani bu adam el diyelim, netice bu işyerinde kafa dengi kimse yok, ağır kültür şokları yaşıyoruz tamam peki ya akraba cemiyetinden insanlara ne demeli?
Bende yakın bir akraba var, benden yaşça büyük şöyle ki 7-8 yaş falan diyelim.
Evlidir kendileri hem de kaçıncı, detaya girmeyeceğim beni ilgilendirmez benim mevzum bu kişiliğin yalanları.
Çok rahattır kendileri, o kadar ki umursamaz pek bir şeyi.2 sene önce hastalığımda gelmek ya da arayıp geçmiş olsun demek yerine susmayı yeğlemişti.Bir akşam telefonum çalmıştı baktım o, bana diyor ki "Saçlarımı boyatacağım da turuncu istiyorum, senin senelerdir kırmızı ya, kuaförün iyi demek ki bana adresini versene...":))Güler misin ağlar mısın:)
Sonraki aramalarda da durum değişmez, arar, hımm derim kesin menfaati vardır,adres soracaktır, yardım isteyecektir, çocuğunu bırakması gereken bir yer vardır (benden iyisini bulamaz çünkü çocuğu aynı zamanda benim karıncam ve birbirimize pek düşkünüz, zeki zehir gibi çok tatlı bir karınca!)Geçen gün de yanı şeyi yaptı, sinemada karşılaştık, dedi ki ben seni bırakırım evine çıkışta,sakın gitme, haberleşelim.." Çıkışta baktım kişi yok, aradım cebi kapalı. Yarım saat vasıta bekledim yağmurda ayaklarım dondu sonra ben facebook'tan yazdım neredeydin bulamadım seni diye?
"Yaa bitanem, canım benim, ben erken çıktım filmden, telefonumu da evde unutmuşum arayamadım seni" dedi...
Bunu okuduğumda aklıma bir sahne geldi: "Ben seni bırakırım evine,çıkışta..." diyor ve elinde telefonla birine mesaj yazıyor, telefon farklı olduğu için modeline takılmıştı gözüm o yüzden çok iyi hatırlıyorum...
Şimdi bunu yerine bana deseydi ki ya ben acilen çıktım unuttum seni, yada ne bileyim başka bir şey ama doğru ama dürüstçe ama yanlışsız....
Dürüstçe unuttuğunu söylese bu beni asla üzmez, insanlık hali olabilir derim zaten gelirken ona mı güvendim ben dönerim derim olur biter ama bile bile yalan söylemek var ya işte o beni mahvediyor.
Bir de aynı şey seneler önce başıma gelmişti,yine akrabalardan biri, epey zaman geçtiği için konuşmanın giriş bölümünü anımsayamıyorum ama cep telefonundan açılmıştı, bu kişi de çok zengindir ayda bir telefon değiştirir.Benim de o ara galiba telefonum düşmüştü, ondan bahsediyorduk, ben yenisini alana kadar ne yapsam diye içten bir şekilde soruyordum çünkü okula gidip geliyordum o dönem ve gece geç geldiğim de oluyordu..Ama ben bana telefon al ya da eskisini ver gibi bir şey söylemedim, ima etmedim, asla kimsenin eskisini kullanmam zaten, böyle bir şeye de tenezzül dahi etmem.Dostlar arasında muhabbet diye sesli düşünmüştüm hepsi o,belki bir haftalığına ödünç alabilirdim!Ama dervişin fikri zikri olayı var ya, bu herhalde telefon istedik sandı, "benim eski telefonların hepsini attım, hiç biri yok, hele o en son mavi olan o su geçirmez model vardıya tüh ya attım olmasa sana verirdim bir hafta kullanır getirirdin bana..."gibilerinden saydı da saydı, oscarlık oynadı yani, iyi dedim ben istemiyorum ki banane..Sonra odasına gittik, oturuyoruz bir baktım koltukla duvarın arasında bir boşluk var boşlukta da telefonu gördüm hani o su geçirmez mavi olanı:))Allah'ın işi, bir de telefon çalmaz mı?Bu kıpkırmızı oldu, sakladığı yerden çıkarı telefonu konuştu, sonra geldiğinde yüzü eski rengine dönmüştü bir şey olmaış gibi devam etti sohbete!
Yani benim telefonum var ama kullanıyorum dese ne olur ki zaten istememiştim:))
Bunun gibi onlarca olay söyleyebilirim size, ama önemli olan "dürüst"lüğün ne kadar güzel bir erdem olduğunu vurgulamak.Böyleleri karşısındakini aptal yerine koyduğunu zannederek aslında kendileri düşüyorlar tuzağa.
Bana o kadar komik geliyor ki bu durum,çünkü ben kafamı kessen yine doğruyu söylerim.Ergenlik döneminde o aptallıklarımda, denemek için sigara içtiğimde, dışarıda alkol aldığımda, yanlış bir şey yaptığımda,ya da aptal bir ilişkimde dahi yalan söylemedim, her şeyi dürüstçe anneme anlattım. Şimdi hiç biri yok hayatımda, her şey daha güzel daha doğru ama önemli olan hayatın hata yapılan evrelerinde dahi dürüst olmak, hata yapmadan büyüyemeyiz çünkü...
Bu yüzden bana dürüstlüğü aşılayan anneme ve babama çok teşekkür ediyorum, beni öyle güzel yetiştirmişler ki koca koca adamların karşımda yalan söylemelerine sadece gülüp geçiyorum, Pinokyo bile masalın sonunda iyi olmaya karar vererek gerçek bir çocuğa dönüşür, oysa onlar benim gözümde sadece komik ve aciz karakterlere dönüşüyorlar.
Zaten yalan dolu, kandırmaca dolu bir hayatla benim ya da bir başka duyarlı insanın gözünde ne kadar değer kazanabilirler ki?

22 Nisan 2009 Çarşamba

"İyi ki!"


Geçenlerde gördüm ki aynı anda "31" ziyaretçi var sayfamda,
Hemen bir ekran görüntüsü aldım,
25'i geçtiğim olmuştu ama bu bir rekordu benim için,
Yazılarımı yazmaya başladığımdan bu yana 5 ay geçmiş,her geçen gün daha da fazla blog dostu kazanmışım,
İçimden geçen her satırı sizinle paylaşmak beni çok mutlu ediyor,
İyi ki açmışım şu blogu, iyi ki sizleri tanımışım :)

"okuyorum öyleyse varım!"

Çocukluğumdan beri kitap okumayı çok severim, zaten meslek gereği iç içeyim kitaplarla ve hiç de şikayetçi değilim.
Bir yanda altını çize çize satırları sindire sindire okuduğum Elif Şafak “Aşk”..diğer yanda biri polisiye diğeri evlilik arifesinde olan bir kadının başından geçenleri anlatan iki İngilizce roman,bir yanda da nihayet kendi işimle ilgili yapabildiğim çalışmalar.
Ne kadar sürecek bakalım, gelecek sene benim için ne düşünüyorlar, bu arada akıbetimi de merak etmiyor değilim!
Yarın törenimiz var, tatili öğleden sonra başlayacaklar listesindeyim, ama buna da şükrediyorum.
Kısa da olsa yazmak istedim,
İşler ve molada kitaplar beni bekler…

Herkese iyi ve mutlu bir gün diliyorum.

20 Nisan 2009 Pazartesi

"Dersimi aldım..."

Televizyonla pek aram yoktur, ancak dün gece televizyon sayesinde hayattan büyük bir ders aldım.Son zamanlarda böyleyim ben, izlediğim,duyduğum,gördüğüm ya da tanıklık ettiğim pek çok olayın sonundan iyi bir netice çıkarıyorum, hepsinin tesadüf olmadığını bana bir şey kattığını, ne olursa olsun mutlaka benim adıma er yada geç iyi bir nedeni olacağına inanıyorum.Kadercilikle karıştırılmasın sakın, ama beni daha dingin yapıyor, asiliğimi yavaştan eliyorum ve arta kalanları edinmeye çalışıyorum.
Dün gece de hayattan güzel bir ders aldım.Nasıl mı?
Var mısın yok musun programını izleyen annemin yanına geldim, baktım televizyonda çok hoş, güleryüzlü bir kız yarışıyor, mavilerin neredeyse büyük bir kısmını açtırmış, kırmızı kutular çoğunlukta.Baktım ki banka 75.000 TL teklif verdi, kız da o ara benim gözüme (bana neyse?) pek bir şımarık göründü, baktım ki ayağında pahalı ugg botlar, dedim ki önyargıyla"ayağındaki botlar kaç lira,hala da bu yarışmaya katılıyorlar, ihtiyacı olan birileri katılsa keşke de yerine ulaşsa para dedim, baksana 75.000 TL'yı beğenmiyor."
O an yarışmacı Tuğba, dışardan baktığımda böyle göründü gözüme, ta ki Acun Ilıcalı'ya hikayesini anlatana kadar...
Hikayesini anlatmaya başlıyor;
Sene 1999; 12 yaşında, babasının işi yüzünden Yalovaya taşınıyorlar.Taşındıkları yaz 17 Ağustos kıyametine yakalanıyorlar.Oturdukları evi yapan şerefsiz,binayı bataklığa inşaa etmiş.Bu nedenle yarışmacı Tuğba'nın oturdukları kat binanın temeline gömülüyor.Bina dışardan bakıldığında iki kat eksik duruyor düşünün. (Deprem bölgesinde bataklığa ev yapabilecek kadar vicdansız o adam ve ona izin verenler nerede acaba,ve şu an ne yapıyor çok merak ediyorum.)
Tuğba o gece odasında uyumuyor, annnesi ve babası da yatakodasında değil Tuğba'nın uyuduğu odada uyuyorlar, Tuğba depremden sonra evin yere gömüldüğünü söylüyor, başına aldığı darbelerle bayılıyor, enkazda kalıyor, uyandığında fark ediyor ki kıpırdıyamıyor, öyle ki tek bir boşluğu yok, nefesi dahi sınırlı alıyor, saatlerce, dayısına bağırıyor sesini duyuruyor, çabalıyor,ona su veriyor, bayılmaması için devamlı konuşuyor, nihayet bir üst katın zeminini delerek kurtarıyor, Bursa'daki hastaneye helikopterle götürüyorlar, hastane tıklım tıklım hemen ameliyata alıyorlar, ama ameliyat sonrası öğreniyorlar ki kolu ve bacağı kangren olmuş; O an annemle fark ediyoruz ki "yarışmacının sol kolu ve bacağı protez." Tüylerim diken diken oluyor, iki dakika önce söylediklerim aklıma geliyor, benim önyargıyla yaklaştığım o kızın başından geçenleri dinledikçe hem yaşadıkları yüzünden hem de cesaretine hayranlığımdan gözlerim doluyor.
Haftalarca hastanede kalıyor,taburcu olduğunda annesi ve babası hastanede deniyor, ağlıyor görmek istiyorum diyor ve bir akrabası 12 yaşındaki kızı sarsarak söylüyor gerçeği;annesi ile babası onun uyuduğu odada sonsuzluğa uyuyorlar.Kendi yatak odalarında hiç hasar yok, kurtulma olasılıkları çok fazla...
Akrabaları ve aile dostları sahip çıkıyorlar Tuğba'ya...
Ne kadar zor, ne kadar acı, ne kadar keskin bir hayat geçirmiş yarışmafcı Tuğba meğerse, oysa dışardan bakıldığında o kadar güzel ve neşeli ki, gözlerinin içi gülüyor adeta!
Bu güzel kız bana kendisi kadar güzel bir ders verdi dün gece,
Onun hayat hikayesini öğrendikten sonra dedim ki, asla ama as-la kimseyi dışardan göründüğü gibi değerlendirmeyceksin,böyle bir huyum yoktur ama arada istemeden de olsa önyargıya kapılıveriyor insan.
Meğer en eğlenceli görüntünün içinde bile sonsuz acı yatarmış...
Yarışmanın sonlarında 201.000TL'lik teklifi geri çevirerek kutusuna gidip rekor kırmayı arzuladı Tuğba, ancak kutusundan 100.000 TL çıkıyor, yine de onun için, geleceği için oldukça iyi bir miktarla ayrılıyor yarışmadan.
Onun adına çok sevindim ve onun cesaretine, neşesine, yaşam mücadelesine hayran kaldım. Bana hayatta ne olursa olsun yola devam etmek gerektiğini bir kez daha gösteren o güleryüzlü güzel kıza çok teşekkür ediyorum.
Dilerim hayatta daima şu andaki gibi güleryüzlü, mutlu ve huzurlu olsun...

15 Nisan 2009 Çarşamba

"Atam"

Sevgili Öykü başlattı bu mimi,
Ben de seve seve yürekten katılıyorum,
Böyle günlerde daha çok duyarlı olmalıyız.
Ulu Önderimiz ATATÜRK'le ilgili onun mükemmel ve güçlü karakterini yansıtan bir anektod:
Ingiliz krali VIII. Edward Istanbul'a Atatük'ü ziyarete geldigizaman, Atatürk kendisine bir aksam ziyafeti vermisti.
Ziyafetten önce, -"Bana Ingiltere sarayinda verilen ziyafetler ne sekilde olur,onu bilen birisini, yahut bir asçi bulunuz !...dedi.Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan ögrenerek sofrayi o sekilde düzene koydular...
Aksam kral sofraya oturunca kendisini kralsarayinda zannederek memnun oldu.
Atatürk'e dönerek:
- "Sizi tebrik eder ve tesekkür ederim. Kendimi Ingiltere'dezannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi.
Sofraya hep Türkgarsonlar hizmet etmekte idi.
Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandi. Yemekler de halilara dagildi.
Misafirler utançlarindan kipkirmizi kesildiler.
Fakat Atatürk Kral'a :
"Bu millete her seyi ögrettim, fakat usakligi ögretemedim!"dedi.
Bütün sofradakiler Atatürk'ün bu sözlerine hayran oldular.
Atatürk garsona da "vazifene devam et" emrini verdi...
Bu mim yazımı okuyan "herkese" gitsin...

"Zam yerine havamı alırım!"

İçimde insanlara karşı en ufak bir merhamet ve iyilik duygusu yok şu an.
Birileri var, dünyaya şanslı gelmişler, leylekler bırakırken kırmızı halılarla indirmişler yeryüzüne.Kalpler bir o kadar katı, suratlar asık ama imkanlar okyanus!
Ye yiyebildiğini, al alabildiğini, saç savur, ne istersen onu yap.Tepeden in gıdısının dıdısı bir yere, sonra insanları kullan paçavra gibi savur at.
Yönetim felsefesi, hak,hukuk olmadan sadece şımarık bir çocuk gibi ne istersen onu yap, kuklalar gibi davran çalışanlarına, ipleri ellerinde ya şekilden şekle sok, alay et, vur yerden yere!
Bu sözler sadece patronlara mı gidiyor hayır, bu ekonomik kriz yüzünden bizi, beni, onları, binleri, milyonları mağdur eden, önlem almayan, teğet geçiren, çalışanın haklarını korumayan herkese gidiyor...
Altının teri, emeğinin karşılığı kalmamış artık.
Buraya girerken anlaştığım maaş düşüktü ama 3 ay sonra daha da indirdiler,iş yüküm arttı, görevim olmayan her şey masama yığılmaya başlandı, şu da var Ful hanım, bu da var Ful hanım, cumartesi gelin Ful hanım, bu karıncalar da bu saat sizde idare ediverin Ful hanım...
Bütün bu söylemlerden sadece cumartesi gelin kısmına hayır dedim açık açık, diğerlerin elimden geldiğince yapmaya çalıştım.
Hep umudum vardı, en azından %10 bile zam alsam benim çin iyiydi, bir faturayı daha kapatacaktım.Peki bunlar ne yaptı genel bir duyuru yayınladı önümüzdeki sene sonuna kadar maaşlar yapılacak zam oranı.....! : % 0 !
Zam falan yok! Üstelik bunu bazılarına açıklamışlar benim gibi bazı zavallılara da duyuru gelmedi daha, ama idari işlerden öğrendiğim kadarıyla doğruymuş.
Şimdi olan biteni bilmesem, gördüğüm ve bildiğim bazı şeyler olmasa, diyeceğim ki haklılar ama görüyorum ki geçen seneden bir farkımız yok, patronlar hala vakur, her gün ayrı bir takım, son model arabalarında...
Biz ise canımızı çıkartacak kadar çalıştık, hep bir umutla,kendimizi göstermek adına, biz başarılı oldukça onlar daha çok iş buyurdular ama sonunda yok tek kuruş yok.yani durum şu olacak 4 sene önceki maaşa çalışacağım.İşte bu kendime saygımı, emeğime saygımı sıfıra indirmeye yetiyor.
Biz karıncaları bile motive ediyoruz.Diyorum ki bak bu kitabı okursan ya da uslu durursan ya da şu ödevi bitirirsen sana ... hediye gelecek.Belki minicik bir şey ufacık, bir şeker,bir çıkartma, bir kalem ya da durumuna göre daha büyük peluş bir kedi...Ama motivasyon var, sen karıncaları eğiten bizleri motive etmezsen bizden ne özveri bekleyebilirsin, ne istek ne de şevk!
Bir sürü yere başvurdum ama çıt çıkmıyor.Hiç bir dönemde böyle olmazdı, gittikçe her alanda olumsuzluklar yaşamak geriyor beni.
Televizyonu açmak istemiyorum, görüyorum ki "iyi insanları, zeki ve okumuş insanları, bilginleri" eziyor kötü insanlar, ayaklarının altında çiğniyorlar adeta.Patronlar da bizi çiğniyor, tıpkı bir sakız gibiyiz ağızlarında, sıkılınca yere tükürüyorlar ve yenisini çıkarıyorlar kutudan fırlatıp atmak üzere...

14 Nisan 2009 Salı

"Yaz varsa müzik de var:)"

Neredeyse tüm şarkılarını ezbere bildiğim Korn grubunun Türkiye'ye geldiğini duyunca çıldırmıştım! Ne yapmalı ne etmeli bu festivale gitmeliydim, ilk festival anım 2005'te Rock'n Coke ile hayatımın tozlu sayfalarına işlendi:)
Korn'un canlı performansı belki de bugüne kadar izlediğim en iyi canlı performanstı, her şarkısını baştan sona çılgına dönerek kendimizden geçerek haykırmıştık, konser sonuna doğru bastıran yağmurla birlikte adeta çamura batmıştık ama küfürler savurmayı da ihmal etmemiştik sonradan anlayacaktık ki festival ortamında ses çıkarılmaz, tuvaletler pistir, sıra vardır, güneş yakar, yağmur iliğine işler, oturacak yer yoktur ama "müzik" ve "eğlence" vardır.
Sonraki senelerde festival cini oldum çıktım.
Tam teçhizatlı kameraman edasıyla hazırlıklı olarak gittim festivallere, çok eğlendim, müziğe,dansa doydum.
Chris Cornell gibi bir ismi sahne önünden izledim mesela, Franz Ferdinand'la eğlence tavan yaptı, kurtlarımızı savurduk attık:)Pentagram'ı hayran hayran izledik, Travisle yıldızların altında dans ettik...
Geçen sene isteksiz olarak biraz ara verdik,maddi kriz nedeniyle festivallerin düzenlenemeyeceği söylendi, tüm yaz başka konserlerle idare ettik, festival ortamını özledik seneye dedik.
Bu sene RockCoke geliyor, hem de bomba gibi ancak düzenlenme tarihleri sanırım Ramazan ayı nedeniyle oldukça öne çekilmiş.17-18-19 Temmuzda İstanbul Park'ta. Yalnız öyle bir tarihtir ki bu %90 muhtemellikle tatilde olacağım o tarihlerde, bir de o tarihlerdeki aşırı sıcakları göz önünde bulundurmak lazım, Eylül ya da ağustos sonunda bile cayır cayır yanıyorduk değil ki Temmuz'un ortası! Linkin Park gibi bir devi kaçırmak istemem ancak tüm senenin yorgunluğunu atmak için de erkenden izin tarihlerimizi belirlememiz gerekiyor.Bakalım nasıl olacak bilemiyorum ama festivali kaçırmak da istemiyorum, hoş sevgilim olmadan tadı tuzu da olmaz zaten kiminle gideceğim ki:((
Bir de Carlos Santana'nın geleceğini duydum, bayıldım, kesin giderim dedim hatta babama da süpriz yapıp onu da götürmek istedim.Kendisi Sanatana hayranıdır da! Bir de baktım bilet fiyatlarına off off kişi başı 102 TL...
Şimdi 2 kişi ne eder 204,bir de buna ulaşımı ekle, yemeği ekle, içecekleri ekle, ekle de ekle...
Santana bana gelmiyor tabii zenginlere geliyor:((
O da bu bilet fiyatıyla mümkün görünmüyor, belki bu yazımı okuyan ve organizasyonda olup da bana indirimli bilet verebilecek birileri çıkar da Santana'yı canlı canlı izmenin tadını çıkarırım, olur mu, olmaz mı:)
Müziği dinlemek herkesin hakkı, eğlenmek de, hele ki böyle stressli ortamlarda çalışan bizim gibi köleler için...
Müzikle kalın.

"kafam kazan gibi.."

3 gecedir doğru dürüst uyuyamıyorum, sanırım sevgilimi askere göndermenin geçici yan etkileri. Bir de bir türlü gelemeyen ama etkilerini kendinden önce bize ulaştıran bahar ayının hediyesi klasik "alerji" yüzünden sinüslerim tıkalı!Doktor damla, ilaç verdi ama baş ağrısı bir türlü geçmek bilmiyor, bir tuttu mu ne uyku ne bişi...
Bunlara ek olarak da üst kata yeni taşınan kiracıların gecenin 11'inde koltuk, dolap vs. eşyaları çekiştire çekiştire yerleştirmesi, ellerindekileri patır patır yere düşürmesi, topuklu ayakkabıyla evde gezmesi gibi gibi etkiler de var...
Anlatabidiğim kadarıyla kafam adeta bir kazan,
Burnum,alnım dolu, ilaç neden fayda etmedi anlamadım, sinüs ağrısı için kafamı duvara vurup patlatsam nasıl olur?
Ve iş yerideyim, masamda devasal bir dosya bakıyor bana yandan yandan.
Kendi işim olmayan bir şeyler hakkında istatistik raporu hazırlayacağım, benim işim bu değil nerden de bana geldi nasıl oldu bilemiyorum. Benim işlerim mi?Yığıldı, duruyor öylece...Karıncalardan masa başı işlere fırsat kalmıyor ki,burası garip bir kurummuş gerçekten de!
Adaçayımı soğutmadan içeyim bari, faydası dokunur..
Herkese iyi sabahlar, dilerim her şey yoluna girecek.

13 Nisan 2009 Pazartesi

"Nev-i şahsına münhasır bir grup : SAKİN"


-SAKİN-

1999 yılında gitar ve vokalde Onur Özdemir ile Özdemir Dereli tarafından kurulan SAKİN; davulda Çağrı Küçükyıldız’ın katılımıyla ilk beste çalışmalarına başladı.2000 yılında gruba Cenker Kökten dahil oldu ve davul Emre Yıldız'a devredildi.Bu kadroyla Boğaziçi Üniversitesi'nde bir çok konser veren grubun kadrosu 2001 yılında Emre Yıldız'ın ayrılıp Spner Özışık'ın katılmasıyla şu anki halini aldı.
Sakin 2002,2003,2004 yıllarında çeşitli festival ve üniversite konserleri başta olmak üzere alternatif bir çok mekanda sahne almaya, bir yandan da beste çalışmalarını yapmaya devam etti.
2005 grup için son düzeltmeler yılıydı, hazırlık aşaması tamamlandı ve demo kayıtları yapıldı.
Demo şarkıların oldukça beğenilmesiyle birlikte SAKİN, 2006 yılında bir çok mekan ve konserin aranılan ismi durumuna geldi.
Nihayetinde 7 Mart 2008'te ilk albüm "Hayat" Rakun Müzik etiketiyle dinleyicilerle buluştu. Albümün ilk videosu ve ilk lanse edilen şarkısı "Denek Hayatım", Pamukova'da gerçekleşen hızlı tren faciası ve bununla ilintili olarak 'hayatı denek gibi yaşama' fikrinden yola çıkılarak yazıldı.
Kişisel fikrimce uzun yıllardır dinlediğim en iyi Türkçe alternatif albüm olduğunu söyleyebilim ki- şarkılar, özellikle sözlerinin derinliği ve melodik alt yapısının zenginliğiyle diğer albümlerden belirgin bir şekilde ayrılıyor.

Tüm söz ve müziklerin grup üyelerine ait olduğu albümdeki kilit cümleler:

Kor Bir Ay: "İndirdim yetişkinliğimi oyun alanına."
Ikarus Başarsa: "Tekil hayatlar da bir gün devrim yapar ya!"
Laleler Beyaz: "Söz durdu, artık sen ve ben ve uçsuz zamanım."
Bir Ses: "Sen küçük kız bize alkış tut, hayat batırırken.."
Edepsiz Komedya: "Seni sorana her yanım derim ve dahasını da eklerim ellerini uzat ki dokunsun parmaklarım."
Bu Defa:"Bir defa kalsam yanında, hayat güzel hikayemde kalınca"
Denek Hayatım: "Ağladık, ağlaştık dünyaları kopardık farkındayız bugün, sonrası hep aydınlık sebepsiz ve sonuçsuz denek hayatım.."
Yağmur Güncesi: "Sıkıştım; sen hala ilerlet istif insanları,duraklar yüzbinlerce boğaz boyunca..."
Kırmızı Oda: "Bir kırmızı oda düşleYerde uzanmış, duvarda isimsiz yıldız nasıl yaşlanmış."
Dönsün: "Yazıldığım tarih yutar beni, anlar mısın?"
Sentetik Sezar: "Bir oda var hem ufacık hem gözü görmez,her yerine bağ dolanır sürünürken,dur dokunma! cismin bulaştırır,bir odam var hiç görmediğin."

11 şarkıdan oluşan albümde önümüzdeki günlerde çekilmesi beklenen 3.klip şarkısı "laleler beyaz" olacak şeklinde bir duyum aldım.
Baştan sona defalarca dönen, her melodisi ezberimde kalan,canlı performanslarını fazlasıyla iyi bulduğum SAKİN'i Türkiye'de "kendine özgü" ve "söz yazmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatan" albümler duymaya genelde hasret kulaklara öneriyorum,pasınız silinsin:)

"Penceremdeki manzara"

Hayatımız bu pencerenin ardında gördüğümüz manzaralardan ibaret...
Bazen yağmur damlaları vuruyor cama, bazen kar kıyamet gök görünmüyor, bazen güneş sızıyor içeri pırıl pırıl sıcacık..ama er ama geç bir hüzün bir mutluluk devri daim geziniyor sırtlarımızda.
Elif Şafak'ın aşk romanında da altını çizdiğim Mevlana'nın yüreğinden bir satır gibi :
"Ellerinize dikkat edin. Sürekli açılıp kapanır parmaklarımız.Tutar ve bırakır,bırakır ve tutarız.Bir içe bir dışa.Yumruğumuzu sıktıktan sonra mutluka açarız.Öyle olmasaydık felçli olurduk.Varlığımız da böyledir.Bir an gelir açılır, bir an gelir kapanır.Kâh sıkışır yüreğimiz, kâh ferahlar.Bu tezat gibi görünen haller varlığın özüdür.Kanat çırpan kuşlara bakın.Kanatlarının nasıl hareket ettiğine dikkat buyurun, bir aşağı bir yukarı.Bir hüzün bir saadet.Böyledir hayat.Hoş bir kararda, ahenk içinde, dengede."
Gerçekten de böyle hayat, bir mutluyum bir hüzünlü.
Sevgilimi askere uğurladım, cumartesi günü geldi ailemle vedalaştı ardından güzel bir gün geçirdik,ışıl ışıldık,her şey veda anına kadar iyiydi ama günün sonuna yaklaştıkça sönmeye başladık, gözyaşlarımızı gizleyemedik, derin sarılmalar, öpüşmeler,yüzünün her detayını hafızaya yerleştirmeler - hoş albümler dolusu fotoğraf da olsa elimizde bu detayları anımsamak bambaşka bir şey...
Dün teslim olmadan aradı vardığını söyledi, ardından akşam 8 gibi aradı teslim olmuş ve hâlâ işlemlerini yapıyorlarmış uzun sürecekmiş dedi.Telefonu açtığımda ilk sözü "seni çok özledim" oldu.Sesini duymak bana ferahlık verdi ancak acemi askerlikte her an her dakika araması mümkün değil.Kimbilir ne iştimalar yapacaklar, ne kadar yorulacak ya da verilen görev zor olacak, belki nöbet tutacaklar, belki üşüyecek belki aç kalacak bilemiyorum ama arama sıklığı da az olacak elbetteki.Cep telefonuyla haşır neşir olmayı sevmeyen ben nereye gitsem elimde telefonumu götürüyorum ararsa beni bulamaz bir daha armaya fırsatı olmaz diye, daha bugün sesini duyamadım.Arada gözlerim doluyor, dün gece de pek uyuyamadım.Sanırım bir kaç gün alışma dönemi sürecek, böyle kalbim kafesteki bir kuş gibi pır pır atacak, midem biraz ağrıyacak, biraz panik biraz sakinleşmeye telkinli bir hal sergileyeceğim.
Bunu aşmak için arkadaşlarım var çok şükür, her haftasonu bir program yaparız dedik, bir yerlere gideriz hiç olmadı Moda'ya iner birer çay içeriz.Annemle boğaz turuna çıkarız, grubumuzla büyük ada'ya gideriz.Şimdi bir boşlukta olmam doğal, hele ki benim gibi çok hassas yapıda bir insan için zor günler bunlar.İyi bir yere düşmesi, kısa dönem olması, havacı olması mucize!En azından havaların ısınmasını bekliyorum dört gözle, daha çok gezmek daha çok aktivite yapmak için, sevgilimin benden istediği de bu.Gez, mutlu ol, tatile git,sen mutlu olursan ben de mutluyum demişti.Çok doğru,artık sıyrılmalıyım bu halden,bu kadar zor bir dönemden geçiyorsak demek ki mutluluk çok yakın, güzel günler çok yakın demektir.
Tek eksiğim işyerimde kafa dengi arkadaş bulamamak.Bugüne kadar 5 işyeri değiştirdim ve herbirinde bugüne dek görüştüğüm çok çok iyi arkadaşlıklar edindim.Ancak burda anlaşabileceğim kimse yok.Herkes fazlasıyla yaşlı benden, epeyce alaturka, kimi evlenmiş ayrılmış, kimi evli çoluk çocuğa karışmış, kimi çok patavatsız, kimi görgüsüz... Oturup da sohbet edeceğim kimsecikler yok.Bir kişi dahi...Tamam havadan sudan konuşacak çok insan var ama odaya girdiğimde baştan aşağı süzüyorlar beni, kıyafetime bakılıyor, onlara ilginç geliyorum herhalde, ya da tam tersi selam verilmiyor.Bir şey söylüyorum ve cevaplara bakıyorum ki umut yok biz bambaşka dünyalarda yaşıyoruz...
Cuma günü tüm kurum neredeyse akşam eğlenmek için program yapmışlar, sağır sultan ve uçan kuş dahil herkes biliyordu, ben hariç! Kimse söylemedi, ben gidip de rakıları devirip eller havaya yapacak biri değilim zaten tarz itibariyle ben alternatif mekan, açık hava, festival insanıyım, fazlasıyla farklı kalıyorum onlara göre ama usulen de olsa söylenmeliydi bence...
Her neyse hiç bir şey belli olmaz, belki de kafa dengi bir arkadaş gelir işe, yeni işe alırlar belki.Birlikte yemek yeriz, çay molalarında dertleşiriz akşam eve dönerken bazen program yapar bir yerlerde yemeğe gideriz.Hep eskiden alıştığım buydu, ama burada nedense böyle bir durum var,koca gün yalnız kalmak da sıkıyor beni, neyse ki karıncalarım var...
Neyse olan biten ne olursa olsun,ben umutla penceremdeki manzaraya bakayım, işimi yapayım, mutlu olmaya çalışayım, eski arkadaşlarımla buluşayım, etkinliklere katılayım,aileme daha fazla vakit ayırayım.
İçimdeki çocuğu daha da fazla dışarı çıkarayım ve kabarık kırmızı saçlı, içi dışı rengarenk, herkesin gülümsemesine hayran olduğu bildik "ful" gibi davranmaya devam edeyim.
Ne olursa olsun olumlu enerjimi ve neşemi kaybetmeyeyim,
Çünkü hayat ahenk içindedir eğer bir hüzün varsa ardı muhakkak mutluluktur, yeter ki biz bu gerçeğe yürekten inanalım...

10 Nisan 2009 Cuma

"ödülüm var:)"

Sevgili Serhat beni ödüllendirmiş,
Kendisine çok çok teşekkür ediyorum.

Bu ödülle ilgili bir de kurallar varmış;
1- Ödülü veren kişinin linkini yayınlamak
2- Ödülü verdiğin kişilere mutlaka haber vermek
3- Bu ödülü verdiğin kişilerin linkini vermek

Ben de ödülü aşağıdaki dostlara gönderiyorum ve almak isteyen herkese :))

Evrenin dünyası
Gece
Delfina
Uçan Martı

Sevgiler,

7 Nisan 2009 Salı

"yazın modası gladyatör sandalet ve ayakkabılar"


Yaz geliyor, modayı takip ederim ama moda olanı illa ki giymek gibi bir isteğim olmaz, zira alternatif butikleri, hint işi etekleri, bol yandan bağlamalı pantolonları, canlı renkleri, farklı kombinleri, keçe aksesuarları, incik boncuklu rengarenk fularları, saç bantlarını, farklı ayakkabıları tarzım ve tipim itibariyle tek geçerim.







Bu sene revaçta olan ve her senenin modası olacakmış gibi görünen rahatlık timsali sandaletler benim pek hoşuma gitti, yüksek topuklular ise özel mekanlar ve geceler için pek ideal görünüyorlar!

Beğendiğim bazı modelleri sizlerle de paylaşıyorum.
























"Sevgi arsızı"

Bu ne melankolidir be ful! Yeter artık sıyrıl şu halinden, bi silkin doğrul kendine gel!Başka durumlarda olmayı hayal etmekten vazgeç artık, sen busun, hayatın bu, çevren bu,elindekiler cebindekiler bunlar.Yapmak isteyip de yapamadığın çok şey varsa ne yapacaksın yapmaya çalışacaksın ama biliyorum onlar da senin için çok zor, çünkü senin hayatında herkes katı, kuşatılmışsın..Başkları için ufacık bir nefes senin için bir devrim gerektiriyor, çünkü geri kalmış bazı kafalar.Peki o zaman ne yapmalı sen içinde bulunduğun bu durumda yapabileceğin ve seni mutlu eden en özel şeyleri çıkar bi kenara koy.Sen ufak şeylerle mutlu olmasını beceren o güzeller güzeli kızsın hala, unutma bunu. Allah herkese çirkin şansı versin derler çok doğrudur, herkesin bakışlarını üzerinize toplayacak kadar güzel olmak çoğu zaman işe yaramaz. Aksine çok ulaşılmaz, burnu büyük olarak değerlendirilirsin ve özelikle kadınlar tarafından dışlanırsın, boşver bunları geçecektir hepsi:) Sen her şeyi olurunua bırakmayı dene, vazgeç artık şu mükemmelliyetçilikten.Zaten neydi mutluluk erişelecek bir şey değil uğurda gidilene doğru alınan yoldu değil mi?
Şöyle gevşe biraz, bak güneş de çıkar bir kaç güne kalmaz, sen güneş enerjisiyle çalışırsın bilirim:) Önemli olan içimize yağan bir sağnak varsa o yağmurdan faydalanmak.En güzel çiçeklerini sula mesela, ya da birikintilere zıplayarak bas, ayakkabıların su içinde kalsın, çocukluğundan bir şeyler yaşa.Varsın seni üzsünler, varsın artık brezilya dizilerindeki kadınlara döndüm yeter diye isyan et, varsın yapayalnız kal, önemli olan kendine saygın var ya, şu rengarenk herkesi hayran bırakan halin var ya, tebessümün ve içindeki çocuk var ya, işte onlara iyi bak sen.
Gerisi hikaye, bomboş, klişe bir hikaye...

1 Nisan 2009 Çarşamba

"Herkesi hoşnut etmek isteyen..?"

Yazılarımı düzenli takip edenler bilir; uzun zamandır bu ay sonudaki bir organizasyon için uğraşıyorum. Bu hafta başında başlayan ve günlerdir koşturmacasını sürdürdüğüm, her şey iyi olsun diye çabaladığım, misafirlerimin gözünün içine baktığım...
Bugünkü konuşmacımızı meslektaşlarımdan duymuştum, kim olduğunu biliyorum ancak daha önce tanışmamış seminerine tanık olmamıştım. İzleyiciyle diyaloğunu, hakimiyetini bilemiyorum. Ama her zaman hakimiyetini bildiğin,geçtiğimiz yıllarda gelen isimleri çağırırsanız kendinizi tekrar etmiş ve gelenekselleşmiş bir şeylere imza atarsınız. Arada duyduğumuz, ünlü ancak tanımadığımız kişileri de çağırabiliriz hiç şüphesiz.
Ben güzel duyumlarım neticesinde konuyu ilgililere açmıştım, herkes atladı, tamam dediler, peki dediler, ayarladım ve bugün konuğum geldi.
Yaş önemli değildir sarraflıkta, tecrübe varsa tamamdır.Aynen benim gibi, öyle çok insan tanıdım ve öyle çok ortamda bulundum ki, gözlem yeteneğim sayesinde kapıdan giren insanı 30.saniyede çözümleyebiliyorum.
Heyecanla beklediğim konuğum geldiğinde son derece asık bir surat gördüm, yanındaki menajerimsi kişi ise ondan daha sertti. Sert, soğuk ve mimiksiz. Mimiksiz insanları sevmem, kapalıdırlar, anlaşılması zordurlar, memnuniyetini ya da memnuniyetsizliğini belli etmeleri zordur, konuşmazlar, hep konu açmak sorunda kalırsınız.Sanki bir duvar vardır aranızda, bir kalın duvar...Bu yüzden "nasılsınız" sorusunu 2 kez yönelttiğimi zannediyorum:)
Elimden geldiğince eksiksiz ve 10 dakika gecikmeli bir seminer düzenledim.Görevim bu olmasa da, yan görev olarak edinsem de, her şeyin en iyi şekilde yürümesini istedim. Ancak bu soğuk tavrı her odada, protokol yanında, seminer sırasında sergileyen konuğum bir kısım tarafından "beğenildi" bir kısım tarafından da "beğenilmedi".
Benim görüşüm ise değindiği konular ve izleyiciyle diyalog anlamında olumlu ama sempati anlamında olumsuz idi.
Son dakikalarında yanıma gelen yönetici vasıflılardan biri diğer üst yöneticimize beni de konuşma içine alarak şöyle dedi "Soğuk tabiyatlıymış, ben olsam getirmezdim de tabii Ful olunca, o getirmiş işte dedi gülümseyerek..."
Esas beni yaralayan ise bu cümleydi tabii...Ful getirmiş, ben olsam...ah ahh...
Ben kariyere bakarım, geçmişe bakarım, daha önce neredeyse 40.000 öğrenciye seslenmiş ona bakarım, çalışmalarına bakarım, prensiplerine bakarım.Karakterini onu tanımadan, görmeden,konuşmadan bilemem, ben organize ederim gidip de konuğa aman iyi söyleşin, aman güleryüzlü olun, aman da şöyle böyle diyemem...
Ayrıca ben bu kararı tek başıma da almadım, sadece içten bir teşekkür bekledim.
Sonuçta gayet iyi geçti, kişinin soğukluğu evet gerçekti ama bir yere kadar...
Konuk giderken de geldiği gibi aceleci davrandı, bana selam bırakmışlar,bir de baktım gitmişler, çıktım koştum kapıya kadar, bahçe kapısında yakalayıp vakit darlığından kısacık ellerini sıktım, konuşmaya fırsat olmadanbir kuru teşekkür ettim.
Bu mudur nezaket,bu mudur iş ahlakı, bu mudur teşekkür, bu mudur insanlık?
Yok hata bende, daha kaç kere yara almam gerekiyor, daha kaç kere emeklerimin heba olmasını, dalga geçilmesini göreceğim.
Kim ne istiyorsa onu yapsın artık, bazı insanlara gerçekten de iyilik yaramıyor...
Herkese hak ettiği değer ve minimum çaba bundan sonra,
Herkes her şeyin en iyisini bilir, ama kılını kıpırdatmaz, siz didinirsiniz bir de üstüne çamur atarlar.
Nedir peki bugünkü yaşanmışlığımızın anafikri:
Herkesi hoşnut etmek isteyen kimseyi hoşnut edemez.
"Nokta"

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!