Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

31 Mart 2009 Salı

"kısa kısa"

Benim gibi hayattan ciddi beklentileri olmayan bir insansanız, bahar ayının ferahlığı, tazeliği, canlılığı bile sizi mutlu etmeye yeter.Internetteki havadurumnu sitelerinden haftalık tahminler alır, sonuçlarına sevinir, her güneşli gün için bir gülücük verirsiniz:) Ben az önce baktım, bahar tamamen geldi diyenleri yanıltacak sonuçlar var çarşamba gününden sonra, neredeyse 18 dereceden 9 dereceye düşüş...Son soğuklar diyelim, bitsin diye umutlanalım...
Yoğun bir iş temposundayım yine, bir takım aksaklıklar yaşamadım da değil, zaten onlarla uğraşmaktan yazmaya fırsatım olamadı.
Karıncalarım sıcak havanın kendilerine sunduğu her türlü nimetten faydalanıyorlar, bahçede atlıyor,zıplıyor,koşuyorlar...Biz ise yetişkinler olarak baharın geldiğine seviniyoruz elbette ama o güzelliği yaşayacak vakti bulmak için bir hafta çalışıp haftasonunu getirmemiz gerekiyor...
Üstelik benim gibi gastrittten muzdaripler bilir ki bahar ayları midenin "ben burdayım ve hayatını kabusa çevireceğim" ayıdır! Dün gece ağrıdan kıvrandım, bugün hala aynı, mayısa kadar bu süreç böyle devam eder, her yıl bahar aylarına rastlar mide doktoru ziyaretlerim:)
Bir yandan da gün sayıyorum, gelecek hafta pazar sevgilimi askere uğurlayacağız.Günler yaklaştıkça durumun ciddiyetini kavrıyoruz ama içim çok rahat, artık bu işin hayırlısıyla tamamlanmasını ve hayatımıza bir yön vermeyi bekliyorum...

Okuduğunuz üzre, pek de keyfim yok, sadece bekliyorum,
Güzel günler gelecek, biliyorum!

26 Mart 2009 Perşembe

"100.yazı"

Efendim, bugün itibariyle 100. yazımı yayınlamış bulunuyorum!
Aralık 2008'de girdiğim blog camiasında 4800 ziyaret ve 170 izleyici hiç de fena olmasa gerek.
Blog yazmanın bir alışkanlık olduğunu keşfettim, kapalı defterleri açtım artık...
Yazılarıma değer veren, düzenli olarak sayfamı ziyaret eden, yorumlarını, dostluklarını benimle paylaşan herkese teşekkürlerimi iletirim.
Sevgilerimle,

"yoğunum-yoğunsun-yoğun"


İş yerimdeki yoğunlukta biraz durup mola vermek istiyorum.
Aradığım kişiye yoğunluğumdan bahsediyorum.
Bu yoğunluk içinde bir de müdür yardımcısının sürekli yanıma gelip nasıl gidiyor diye sormasından rahatsızlık duyduğumu ve bu rahatsızlığa ek olarak çocuğa öğretir gibi, 27 yaşında birine ctrl C kısayolunun kopyala, ctrl V kısayolunun yapıştır olduğunu söyleyen bir insandan bahsediyorum......(Bu kısayol bilgisini öğrendiğimde sene 1990'lardı heralde...)

Cevap:
"Çok biliyorsan sen yap işleri de ona.."
-Nasıl söyleyebilirim ki, söylersem işten atılırım.
Cevap:
"Başka işe girersin kendi kayıpları.."
-Bu krizde nasıl olacak sen olsan böyle mi yapardın?
"Kendi kayıpları olur atarsa atsın..."
-Kendi kayıpları olacağı doğru da , başka işi nasıl bulacağım?
"... kendi kayıpları valla hiç umrumda olmaz benim.."
-Peki böyle davranırsan hiç bir işte tutunamayacağını biliyormusun(Bunu söylemedim ama içimden geçti...)
-Peki böyle nasıl geçineceksin?(Bunu gerçekten söyledim..)
Cevap:
"Bilmem..."

Sanırım rahatsızlık duyduğum konu şu, insan biraz nefes almak istiyor, biraz anlaşılmak istiyor, dertleşmek istiyor.
Bu cevaplar bana çocukluktan ve ukalalıktan başka bir şey vermiyor...
Çünkü yanıt yok, çözüm yok ...
Sadece ben öyle yaparım ben böyle yaparım, asarım keserim, bağırırım istifayı basarım..
Tek isteğim biraz dertleşmek, biraz anlaşılmak, biraz desteklenmek,biraz yoğunluğumdan kurtulup güzel sözler duymak,teselli edilmek, bir yerlere sığınmak,olduğum gibi kabullenilmek....
Devam devam çalışmaya...
Yanlış anlaşılmasın artık öyle yüksek beklentilerim yok, hiç kimseden, çünkü herkes beni şaşırtmaya şiddetle devam ediyor.
Şimdi demlediğim 1 bardak rezeneyi içiyor ve işe kaldığım yerden devam ediyorum.
Sanırım fonda Barış Manço'nun çocukluk dönemimin şarkılarını dinlemek bana iyi gelecek..
"Gözlerim kurşun gibi ağır ağır açıldı bu sabah merhaba dünya.."
Hoşgörü, iyi niyet, yarımseverlik, gerçekçi problem çözme ve sorunu ortadan kaldırma yetenekleri..hepsi palavra!
İşte budur, buyrun gerçek dünya.

"Orman ve güneşe özlem..."

Dün akşam iş çıkışı ılık ve aydınlık bir havayla karşılaşınca umutlanmıştım bahar adına, güneşli bir sabaha uyanacağımı umarak açtım gözlerimi,baktım ki yeniden soğuk bir hava...
Olsun dedim Mart ayı hep böyledir, bitmek bilmez, dengesizdir.Baharı beklersiniz bir türlü gelmez, yağmurlar devam,soğuk devam..Benim de bu yüzden sevmediğim bir aydır:)
Önemli değil, zaman lehimize işliyor, bir kaç güne kalmaz güneş güzel yüzünü gösterecektir . Parklar, bahçeler, sahiller güneşin sıcaklığını özleyen insanlarla dolup taşacaktır.
Yalnız bizim işyerinde durumlar bir önceki yazdan biraz farklı olacak.
Niye mi?
Çünkü plansız yapılaşmanın son 4-5 yılda dibine vurduğu, doğallığını yitirip imdat çığlıkları atan, köy kentim İstanbul'un yüksek binaları yüzünden..
Tam karşımıza sadece bir sokak genişliği kadar yakınımıza bir bina dikiliyor!
Benim mekanım TEM manzaralıdır, uzaktan yeşil alanları, yüksek olan siteleri, çarşıları ve bir çok yol bağlantısını görür.
Hatta ilk geldiğimde trafik yol durumunu sabahları buradan verebilirim demiştim:)
Oysa şimdi o manzaranın %70'ini kapatacak çirkin bir betonla karşı karşıyayız.
Her şeyi geçtim- ki geçilecek yanı olmamasına rağmen, güneşimizi de engelleyecek.
Sabahtan öğleye kadar çok güzel güneş alıyor mekanım, öğleden sonra da diğer pencereden güneş alıyor...Kısacası tüm gün sıcacık, aydınlık, ferah...
Binanın ilk katlarının hızla belirginleştiği günlerde pirinç dişli karıncalaımdan biri geldi yanıma ve üzülerek şöyle dedi "oraya bina yapıyorlarmış ama çok gölge olacak şimdi..."
Dün de 2 pirinç dişli karıncam geldi koşarak, harıl harıl pencerelerden dışarı bakıyorlar, sağa gidiyorlar "buradan da kapanıyor", sola gidiyorlar "buradan da görünmeyecek" diyorlar..
Canlarım ne yapıyorsunuz nedir görünmeyecek olan dedim "Güneş..." dediler."biz bütün pencerelerden bakıyoruz, her yerinden güneş kapanıyor, çok çirkin bu.." dediler ve eklediler "acaba kaç katlı olacak..."
Şimdi..Bir çocuk gözüyle baktık olaya, bir yetişkin gözüyle de, hatta duyarlı bir insan gözüyle baktık ve gördük ki; bu çocukların ve bu şehrin insanlarının bu iğrenç kocaman beton yığınlarına ihtiyacı yok.
Biz ağaç özlemiyle yanıyoruz, çeşit çeşit ağaçların bir araya getirdiği ormanları istiyoruz, ciğerlerimizi dolduracak oksijen ağaçlardan geliyor bize betondan değil.
Su kaynaklarıız kuruyor, enerji kaynaklarımız tehlikede, ormanlar giderek yok oluyor.
Biz ne yapıyoruz : Kişi başına 3 çocuk!
Biz ne yapıyoruz : Bağları bağçeleri yok edip üzerlerine bina,
Biz ne yapıyoruz : Plastik poşet kullanımına devam ediyoruz,
Biz ne yapıyoruz : Televizyonlar standby düğmesinde, bilgisayar ekranları sürekli açık, deodorantlar kutu kutu....
Biz ne yapıyoruz : Saatlerce duş alıyoruz, halı yıkıyoruz, arabaları hortumlarla foşur foşur köpüklüyoruz..
Biz ne yapıyoruz : Mangal uğruna tüm ormanı ateşe veriyoruz.
Biz ne yapıyoruz : Lale dikerek çevreyi güzelleştirdiğimizi ve plansız yapılaşmanın üstünü örteceğimizi zannediyoruz.
Biz ne yapıyoruz : Bize bir şey olmaz diyoruz..........

Bu toplumun bilinçlenmesi, birlik olması, duyarlı olması;
Binaların ardından yeniden sokaklarımıza güneşli günlerin geri gelmesi kadar uzak mı sizce?

25 Mart 2009 Çarşamba

"değişikliğe devam"

Blogumdaki değişikliklere devam ettim,
Sağdaki sütunları dikkatle incelemenizi rica ediyorum,
Bahar temizliğine devam!
Bakalım beğenecek misiniz?
Yorumlarınızı bekliyorum :)

"Şimdi değilse ne zaman?"

Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız.
Bundan sonra, ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni biraraba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz.
Gerçek ise su andan daha iyi bir zaman olmadığıdır.
Eğer şimdi değil ise ne zaman?...
Hayatiniz her zaman mücadelelerle dolu olacaktır.
En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir.
En sevdiğim sözlerden biri Alfred D. Souza'ya aittir.
Der ki; "Uzun zamandan beridir hayatin -gerçek hayatin- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım.
Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı.
Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatimdi."
Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösterdi.
Mutluluk yoldur, öyleyse sahip olduğunuz her anin kıymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için, ona daha fazla değer verin.
Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez.
Öyleyse; okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar, çocuklarınız olana kadar, çocuklarınız evden ayrılana kadar, işe başlayana kadar, evlenene kadar, Cuma gecesine kadar, Pazar sabahına kadar, Yeni bir araba, ya da ev alana kadar, borçları ödeyene kadar, ilkbahara kadar, Yaza kadar, Sonbahara kadar, kışa kadar, maaş gününe kadar, şarkınız söylenene kadar, emekli olana kadar, ölene kadar....

MUTLU OLMAK İÇİN İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ 'AN' DAN DAHA İYİ BİR ZAMAN OLDUĞUNA KARAR VERMEK İÇİN BEKLEMEKTEN VAZGEÇİN.

MUTLULUK BİR VARIŞ DEĞİL, BİR YOLCULUKTUR.

"PEK ÇOKLARI MUTLULUĞU İNSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA. OYSA MUTLULUK İNSANIN BOYU HİZASINDADIR."

Unutmayın "YARIN KIMSEYE VAAD EDİLMEMİŞTİR"

MURATHAN MUNGAN

"Sevgili Günlük"


Sevgili Günlük;
Yeniden blog sayfamı ofisimde olduğum halde eskisi gibi görebilmek ne güzel ne güzel:))
Günler akıyor, zaman klişe denebilecek cümlelerle savruluyor.
Tüm bunlar olurken sanki filmin kahramanı ben değilmişim gibi uzaktan izliyorum olan biteni.
Hayatımız içimizden geçen cümleler içinde geçer diye savunur Murathan Mungan, iyi de söyler hani..İçimizde biriktirdiklerimiz, bazen konuşmaktan yorgun düştüğümüz, mücadeleci tırnaklarımızı kırıp gardımızın ardına sığındığımız zamanlar olmuyor değil...
Zamanın bilinen en iyi antibiyotiklerden daha iyi bir ilaç olduğunu biliyorum, zamanın insanı olgunlaştırdığını da aynı zamanda böylesi bir ülkede yaşamanın yan tesirlerini de...
İş yerlerinde "huzur" kavramını aramayı bırakalı uzun zaman oldu, boşuna demiyorum karıncalarım benim tesellim diye.
Maaşın arttığı yok hatta eksildiği vardı bildiğiniz üzre, bir de bunlara ek olarak yeni bir iş daha almıştım.Tabii layıkıyla yaptığımı gören kodamanlarım bana yepyeni bir iş daha sunmaya karar vermişler.Yalnız fark şu, kendileri de işin ne olduğunudan ve nasıl teslim alınacağından bi haberler..
Demem o ki, programcı geldi bilgisayara gerekli programı kurdu, telefonum dış aramaya açıldı bir iş var size vereceğiz denildi ama evrakları teslim alamıyorum:))
Gelip gelip iş acele diyorlar ama evraklar ortada yok.X'e gidin verir diyorlar, X: o evraklar Y'de diyor.Y:Z ile konuşmadan teslim edemem diyor.Z: henüz ortada yok...
Zaten bu işi yapabilecek vaktim ve ortamım da yok,dün dayanamadım ağzımdan dökülüverdi kelimeler, ben karıncalar yanımdayken bu kadar işi konsantre olarak nasıl yapacağım?
Egosantrik dedi ki ee tabii sabah saatleri olur ya da başka zaman olur, ama acele!
Biliyorsunuz dedim, haftaya benim organizasyonum var, ev sahibiyim tüm yük omuzlarımda, böylesi yoğun bir haftada bu kadar dikkat gerektiren bir işi nasıl yaparım?
Yanıt yok...
Yani bu sabah oldu, iş hala bana doğru dürüst anlatılmış değil..
Evraklar herkese dağılmış adam bana diyor ki siz takip edin toparlayın, ben tüm kurumda gezip herkesin evrağını toparlayacak vakte sahip olsam, sabahın 7'sinde yaptığım makyajı akşamın 6'sına kadar bırakmaz arada tazelerdim!
Uzun lafın kısası, hayat hep bize "gaf" yapıyor, tam kendinizi iyi ve önemli hissederken aslında resimdeki fare gibi olduğunuzu söylüyor, minik bir "oyuncak".
Merak ediyorum her ülkede yaşam koşulları böyle midir diye, neden yönetici vasıfları olanlar yönetici olmaz, en işi bilmezler başta olur diye.Bana fırsat verseler -ki biraz görmeye başladılar- işleri programlı yapmanın ne demek olduğunu ve insanları yönetmenin güleryüzle de mümkün olabileceğini göstersem, şu komik maaşım yükselse, insan konumuna girsem...
4 yıl üniversite okuyup lisan bilip üniversiteyi dereceyle bitirmem bir işe yarasa...
Şu güneş artık bulutların arasında çıksa:))
Hava aydınlansa, ısınsa...
Ama olumsuz gitmiyor elbette hayat!
Bir önceki yazımın yankılarını merak ediyorsanız "özür dilenmedi".O olmamış gibi, kalındığı yerden devam etti her şey..Bence askere gitmek onu olgunlaştıracak, beni görememek kıymetimi anlamasına yardım edecek, zor şart ve koşullar hayatta istenilen her şeye "çalışarak" sahip olunacağı gerçeğini gösterecek.
Ben bekleyeceğim, sevgim içimde, kalbimde, özleyeceğim onu da biliyorum.
Yazın tüm coşkusunu sonuna kadar da yaşayacağım, tüm kış çektiğim sıkıntının, bunalımların, zorlukların, hastalıkların ardından hak ettiğim tatili yapacağım.Allah sağlık versin her şey olur...
Son günler bunlar ve dengesizlik, hiperaktiflik, agresiflik karışımı bir şeyler yaşıyor..Dün bunu fark ettim ve üzüldüm..
Kolay değil elbet, ama bir ev geçindirecek bir adamın da sorumluluk duygusunun da gelişmesi lazım..
Biliyorum bugüne kadar her şeyde olduğu gibi, gidip geldikten sonra iyi ki gitmişim diyecek, ama gidene kadar bana yaptıları ve üzüldüğümle kalacağım..O sahneleri geri alıp "geri dönüşüm kutusuna gönder"butonuna basamayacağız.Acı olan her şey geri dönüştürülebilseydi keşke...
Neyse bunları bir kenara bırakalım,dün iş çıkışı çarşıya giidp yaza hazırlık olarak kendime bir fotoğraf makinesi aldım!Yarı profesyonel bir makina, iyi bir indirime girmişti dijital olması harika bir şey-zira benim ilk dijital makinam!
Canon marka oluğudunu söylemek reklama girer mi:))
Şimdi çekim teknikleriyle ilgili bilgi sahibi olmak istiyorum çünkü diyafram ve bazı ayarları manuel yapabilme özelliği varmış, hele makro çekim moduna bayıldım,deneme için saatimi kolumdan çıkardım şöyle renkli fonda bir yakın çekim yaptım, gerçekten sonuçtan çok memnun kaldım.Bu fotoğraf hobisinin de beni çok mutlu edeceğini ve kendimi geliştirdikçe güvenimin artacağını düşünüyorum.

Şimdilk bu kadar cephemden başka bir şey yok...
Bu arada Ayça'cım artık makinem var, nihayet mimi gerçekleştirebileceğim!
Hep iyi günlerde, iyi olayların, mutlulukların ve güzel zamanların fotoğrafını çekmek dileğiyle...

23 Mart 2009 Pazartesi

"Karıncalarım da olmasa..."

Blog sayfamdaki sıkıntının "ofis" kaynaklı olduğunu öğrendim.
Bu, tüm gün ofiste blog yazılarını okumamı ve kendi yazılarımı hazırlamamı(resim göremediğim için ...) oldukça zorlaştırsa da içimi dökmeye devam etme kararı aldım.
Evden uygun resimleri eklerim olmazsa, böyle sayfanın yarısı görünmeden nasıl olacak bilemiyoruma ama sizler tamamını gördüğünüz için içim rahat:)
Cumartesi günü sevgilimi askere uğurlama günü yaklaşırken bir süpriz yemek organize ettim.Aslında 1 hafta öncesinden hazırlıklara başladım, onun arkadaşlarını ortak arkadaşlarımı çağırdım.Tabii gelenler, gelemeyenler ve gelebilenler haber verdi, yer ayırttım onu oyaladım vs vs..Çok heyecanlıydım ve mutluydum tepkisini merak ediyordum. En sonunda mekana gittik ve masada arkadaşlarını gördüğü an çok şaşırdı, mutlu oldu, beni öptü teşekkür etti.Bana mesaj atmış sonra beni ne kadar çok sevdiğini bir kere daha anladım ben de seni çok seviyorum diye...
Ben bu olayı hiç bir menfaat beklentisi içinde olmadan yaptım, hiç bir karşılık beklemeden, sadece o sevinsin mutlu olsun, şu bir kaç aydır barut fıçısına dönen bambaşka bir kişilik haline gelen hücreleri biraz rahatlasın diye yaptım, belki beni artık kırmaktan vazgeçer, benim onu ne kadar sevdiğimi ve düşündüğümü görürse beni kırdığı zamanlar adına üzülür diye düşündüm.
Tek isteğim onun mutlu olmasıydı isterdim ki daha kalabalık olalım ama onun arkadaşlarının çoğu çalışıyordu ve mümkün olmadı benim de 2 arkadaşımın son anda bir işi çıktı konserde çalmaları gerekti ve oraya gittiler, malum sound check falan derken epey erken saatte alanda olmaları gerektiğinden bize uğrayamadılar.Ama olsun önemli olan samimi, sıcak ve sohbetin bol olduğu bir ortam yaratmaktı, öyle de oldu.
Dün biraz moralinin bozuk olduğunu fark ettim onun, biraz sıkıntısı var dedim içimden ama böyle zamanlarda bana patlayacağını sezsem de sustum, bir olay çıkmadan gün bitti.(zaten dün görüşmedik telefonda konuştuk)
Bugün maalesef beklediğim patlama gerçekleşti, yine hiç uğruna yine yok yere yine birdenbire ok gibi bir laf fırlattı kalbimin ortasına.Sonra da bugüne kadar ki en kırıcı mesajını atarak ok'a bir yenisini ekledi. O sırada yemek yiyordum bir ağrı saplandı mideme..yarım bıraktım tabağımı, kalktım..Hala da ağrım azalarak devam ediyor..
Yemekten sonra odama çıktığımda benden yaşça hayli büyük bir iş arkadaşım ne oldu sana dedi rengin küle dönmüş, dokunsanız ağlayabilirim dedim:( Üzüldü kadıncağız, konunun ne olduğunu anladı az çok , teselli etmeye çalıştı. Sen çok iyi bir kızsın seni neden üzüyorlar dedi..
Odamdan çıkarken de yüzüne yansımış acın, ne olur üzülme sen bir hastalıktan bahsetmiştin bana, lütfen yapma kendine yaparsın inan bana dedi.
Haklıydı tabii, önemli olan ben'dim aslında.
Bunca aşkım, sevgim, özverim, anaçlığım, el üstünde tutmam, gülümsemelerim, ince düşüncelerim, nezaketim, asaletim...
Bütün bunları hak ediyordu o..Taa ki askerlik bunalımı yaşayıncaya kadar.
Bu onu çok değiştirdi, çok agresif oldu, ailesiyle sık sık kavga ettiğini söylerdi ama benimle etmezdi, bana bu kadar sert çıkmazdı...
Her şeyi çok derinlemesine düşünüyor, konu sakız gibi yapışıyor, uzuyor, dallanıp budaklanıyor, her seferinde aynı karasız kendine güvensiz sorular, düşündükçe yaşlanıyorum sanki.
Ama daha fazla dert etmeyeceğim artık, çünkü biliyorum ki ben doğru olanı yaptım ve onun bu laflarını hak etmedim.
Ben de uzun bir mesaj yazdım, 4-5 mesajdı belki de bilemiyorum..
Beni incitti ama ben onu incitmedim, içimdekileri yazdım..Bunlar onu incitmiş midir onu bilemiyorum ama...
Çok seviyorsa bir karar vermesi gerektiğini de ekledim...
Neticede ben bir rahatsızlık geçirdim ve üzülmek bunu tetiklemeye yeter de artar bile, o yüzden ilk baştaki şoku atlatıp işime verdim kendimi.
Karıncalarım geldi, ve en çok sevdiğim karıncam..Onu kucağıma aldım,kocaman sarıldım, kokladım..
Yaşam enerjsini ve masumiyetini kıskandım, gözlerim doldu, bana baktı ama bozuntuya vermemeye çalıştım, bir kaç küçük şaka yaptım,konuştuk ve gülümsedi,
ardından durdum ve bir dilek diledim; her şeyin yoluna girmesini ve bir gün onun gibi mini mini bir kızımın olmasını......

18 Mart 2009 Çarşamba

"Afiyet olsun"

Saat ilerledi karnı acıkanlar çayın yanına bir şeyler yemesin zira kilo yapıyor onun yerine size bu tatlı bebişin resimlerini gönderiyorum.Bence kurabiye yerine bunu yiyebiliriz, baksanıza şu tatlılığa:))
Bu arada sayfamın şekilli arka planı kayboldu, yüklüyorum ama çıkmıyor gördüm ki bir çok kişide durum aynı, bilgisi olan var mı?Bahar arkaplanımı geri istiyorum ben...

"mutluluk mimi"

Uzun zamandır ertelediğim mimlerim var,
Biri sevgili Ayça'nın , diğeri de sevgili Ateşböceği'nin mimi.
Ayça'cım senin mimi'ne evimin sevdiğim köşesinin fotoğrafını eklemem gerektiği için en kısa zamana erteliyorum ve biliyorum ki sen de bana kızmıyorsun :)
Mim'in konusu "Bizi mutlu eden şeyler..."
Bu sabah uyandım ve aklıma nedense bu mimdeki sorular geldi, bir kaç tane mutluluk sebebi getirdim aklıma ve liste uzadıkça uzadı, elimde kağıt kalemim olmadığı için not edmedim ama aklımda kalanlarla başlayıp içimden geçenleri her zaman olduğu gibi paylaşacağım.

Beni ne mutlu eder?

Ben hep ufak şeylerle mutlu olurum, hayattan büyük beklentilerim yoktur.Aldığım derslerden ötürü hayata basit bakmaya çalışırım, büyük ödüller, şaşalı beklentilere yerim yoktur.
Yetinmeyi bilirim, zaman zaman pollyannacılık oynarım.
Yani ana sebeplerin dışında aslında "küçük şeyler"dir beni mutlu eden,

Mesela;

  • Sağlıklı olmak,
  • Sevdiklerimle birlikte olmak,
  • Sevmek,sevilmek ve düşünülmek,
  • Sabah uyandığımda saatin 7:30 olduğunu sanıp aslında 6:30 olduğunu fark etmek,
  • Kalabalık bir yemek masasında sohbet eşiliğinde keyifle yemek yemek,
  • Güleryüzlü insanlarla selamlaşmak,
  • Telefonumu açtığımda sevgilimden "günaydın..."mesajı almak,
  • Sahilde yürüyüş yaparken tatlı pisiciğin gelip ayaklarıma sürtünmesi,
  • Süpriz yapmak,
  • Özenle giyinip bir yerlere gitmek,
  • Lazanya yemek,
  • Yürüyüş yaparken parktaki köpüşleri sevmek,
  • Yeni bir tiyatro oyunu izlemek,
  • Sürükleyici bir kitap okumak,
  • Karıncalarımın bana sarılıp "seni seviyorum" demesi,
  • Yağmurun ardından açan güneşte kısa bir yürüyüş,
  • Sahildeki salıncaklarda sallanmak,
  • Bir dilim kestaneli çikolatalı pasta yemek,
  • Dua etmek,
  • Yazın çimenlerin üzerine yayılıp kollarımı ve bacaklarımı açarak güneşin dalgaların sesinden başka hiç bir şey düşünmemek,
  • Bir dilim ekmeğe fıstık ezmesi sürüp üstüne de reçelle tatlandırmak,
  • Canlı müzik dinlemek,
  • Yorucu bir günün ardından ayaklarımı uzatıp bir fincan sıcak çay içmek,
  • Dürüst olduğuna inandığım kişilerden iltifat almak,
  • Şükretmek,
  • Çabalarımın karşılığını aldığımı görmek,
  • Seyahat etmek,
  • Müzik dinlemek ve müziği yaşamak,
  • Bilmediğim sokaklarda kaybolurken oynayan çocuklarla karşılaşmak ve köşedeki pisileri sevmek,
  • Aç olan birilerinin karnını doyurmak,
  • Fotoğraf çekmek,
  • Doğanın içinde derin bir nefes almak,
  • İnsanlara yardım etmek,
  • Masanın başında toplanıp kutu oyunları oynamak,
  • Arabada giderken bağıra çağıra şarkı söylemek,
  • Sevdiğim dergileri okumak,
  • Karıncalarımla oyun oynamak, onlara kitap okumak, sene sonunda sahnedeki gösterilerini izleyip mutluluktan ağlamak,
  • Eski arkadaşlarla toplanıp çocukluk günlerimizden bahsetmek,
  • Aklıma gelen yada gelmeyen yüzlercesi daha var...
  • ...Ve en önemlisi "tüm bunları yaparken sevdiklerimle olmak ve mutluluğumu onlarla paylaşmak" Yoksa hiç bir anlamı yok tüm bu yaşananların.

Mutluluğu bir pastaya benzetiyorum ben dilimleri mümkün olduğunca küçük ve tadımlık olmalı ki daha fazla kişi de sizinle birlikte payını alabilsin.
Küçük şeylerle mutlu olmak iyidir ve paylaştıkça güzelleşir,
Çünkü "küçük şeyler"den mutlu olabiliyorsanız hayatın lezzetini damağınızda hissedersiniz, yoksa hep beklentilerle geçer ömrünüz, hırsınız ve gerçekleşmeyen istekleriniz sizi yer bitirir.
Öyleyse sadece "anı" yaşayın ve "küçük şeyler"e yer açın hayatınızda...
Bu mimi Beenmaya'ya, Guguk kuşu'na , Öykü'ye, Ayça'ya ve Nily'e gönderiyorum.
Yazımı okuyan okumayan herkese meşhur "günaydın"larımı sunuyorum,
Güzel, mutlu ve anların tadını çıkarabildiğiniz bir gün olsun!

16 Mart 2009 Pazartesi

"aklım fikrim.."

Arada bir kaybolmak güzeldir, kendinizi özletirsiniz.Her zaman göz önünde olmayı sevmemişimdir zaten, arada sırada nadasa bırakmalı insan kendini:)
Son derece derinlerdeydim en son yazımı yazdığımda, moralim bozuk umudum yoktu. Yorumlarınıza çok teşekkür ederim, ben sanıldığı gibi kendine güvensiz biri değilim ama, kendime güveniyorum,güvensizliğim hayata ve bazı insanlara karşı...Her şeye rağmen gülümseyen hep "ben" oldum, ama sabır taşı olsa çatlardı benim yaşadıklarımı yaşasa, o yüzden bunalım yüklü, ağlak, sevimsiz bir insan canlanmasın gözünüzün önünde "Ful" diyince.
Her şeye rağmen ayakta duran biri gelsin, gülümseyen, inanan ve isteyen. Herbirimiz "yeter artık" konumuna geliriz, isyan ederiz, dibe vururuz.Yeter ki dile getirelim, paylaştıkça azaltalım ve kısa süreli olsun:)
Perşembe günü babam rahatsızlanmış, acilen hastaneye götürmüşler, kalp tetkiklerinin ardından "anjiyo"demişler.Onun sıkıntısı vardı üzerimde, haftasonunu hem yoğun işlerle hem de yoğun düşüncelerle geçirdim.
Bu sabah da anjiyosu vardı.Aklım onda, çıkacak sonuçta, bugün yarım gün izin aldım hastaneden işe geldim, akşam iş çıkışı yine hastaneye gideceğim. Ama sonucumuz "iyi" çıktı şükürler olsun ki...Sedyede ameliyathaneden çıkarken eliyle "iyi" işaretini yapmasıyla annem de ben de sulu göz oluverdik...
Bunun yanısıra bir de cumartesi malum "ailelerin tanışma telaşı" vardı.
Hani daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, sevgilim askere gitmeden önce ailesi bize gelecekti.
Heyecanlıydım, ne kadar da olsa 2 ailenin buluşması, kaynaşması, sohbet etmesi ve birbirlerine kısa zamanda ısınmaları "acaba" nasıl olur diye içimden geçiyordu.
Günler öncesinden annem hazırlıklara başladı, şahane çay sofrasının menüsünü hazırladı, bir kuş sütü eksik masamıza emek verdi. Çay bardakları, fincanlar özenle seçildi, salondaki kristaller ve gümüşler parlatıldı, en güzel yemek takımları dolaptan çıktı, bir özen bir özen sormayın.Annem çok beceriklidir benim, çok da harika yemek yapar, bunu cümle alem bilir. "Maşallah maşallah" Hazırlıklarımız tam, güzelce giyindik, süslendik beklemeye başladık. Derken geldilerrr! Onlar aşağıdan yukarı çıkana kadar beni sebepli bir telaş aldı, acaba anlaşabilecekler mi, her şey yolunda gidecek mi diye.
Sevgilimi gördüm, elinde benim en sevdiğim çiçeklerden derlenmiş, devasal, harika, hatta harikanın da ötesinde beni hayran bırakan cıvıl cıvıl bir buket çiçekle...
Derken babasının elinden pastalarını sevdiğim bir otelin pastanesinden içinde en sevdiğim pasta çeşidi olan kestaneli pastayı taşıyan kutuyu aldım gülümseyerek...
Güleryüz,içtenlik ve yüksek doz misafirperverlik ile ağırladık onları.
Nefis yemeklere hayran kaldılar, son derece uyumlu olduklarını gördüm. Yemek sırasında çok güzel sohbet ettik, sohbete herkes katıldı, arada hiç "sessizlik" olmadı, bol konuşma, kahkaha ve olumlu hava vardı.Sevgilim pür dikkat babamla babasının sohbetini dinleyip onlara katılırken, annem ve annesi anneannesinin anlattıkları üzerine konuşuyordu. Büyüklerin arasında sıkılan kardeşinin üzüntüsü dizüstü bilgisayarım koltuğumun altında, salona girmemle son buldu:)
Uzun lafın kısası her şey çok güzeldi, aileler tahminimden de iyi anlaştı.
Askerden sonra, krizin daha azalacağını umarak işlerini yoluna koymasıyla hayatımızın akışını belirleyeceğimizi konuştuk.
aman önce o sağsalim askerliğini yapıp gelsin, ona kocaman sarılayım da....onu nasıl yollayacağım şu ara bütün düşüncelerimde bu var.
Yazmam gereken başka şeylerde var aslında ama onları da haftaya pazartesi yazacağım, aklımda fikrimde güzellikler var, ve bitirmem gereken işler...

13 Mart 2009 Cuma

"..."


"Bilki domuzların önüne inciler serilmez ..
Mücevherden sarraflar anlar ancak,başkası bilmez ..
Ne fark eder kör insan için elmasda bir,cam da...
Sana bakan bir kör ise sakın kendini camdan sanma... "
Mevlana

"Bir şeyler oluyor işte..."

Bir şeyler olup bitiyor etrafımda, görüntü sürekli akıyor.
İnsanlar, olaylar, renkler, şekiller, durumlar...

Her şey değişiyor, gelişiyor, karmaşıklaşıyor,düğümleniyor, çözümleniyor, kısacası her şey yaşanıyor; ben ise yerimdeyim, kıpırdıyamıyorum.

Değişemiyorum, bazı şeyler yapışmış üzerime, bazı renkler bütünleşmiş tenimle çıkarıp atamıyorum.

Rutinim, kurtulamıyorum, rutinden kaçmak için planlar yapıyorum hiç biri olmuyoır, sanki bir büyü gibi, sanki bir lanet gibi..durağanlık, sıkıcılık, hastalıklar,sorunlar üzerime yapışmış bırakmıyor yakamı.
Sorunlarla uğraşmaktan yıldım, giderek gücümün tükendiğini,sabrımın zorlandığını, gülüşümün kaybolduğunu, ruhumun yaşlandığını, hayallerimin küflendiğini hissediyorum.Önümdeki kolay hayat gözlemlerimi yeniden ve yeniden gördükçe sorguluyorum "neden ben" diye...
Hep zorlu parkurlardan sıkıldım artık, mücadeleden, oynamaktan, bıktım, tükendim.
Madalyalarım olmasın, herkes bana aferin demesin, ama daha sakin olayım, daha iyi ve daha mutlu!
Gülümsemeyi hatırlamak , her şey kötü olacakken tam kıyısından sıyırmak, yeniden kahkahalarla umursamadan devam etmek istiyorum.
Geldikçe üst üste gelir, herkesin sorunları biter, benimkiler bitmez, dallanır budaklanır, sıkıntı getirir,kronikleşir...
Nedir peki çözümüm, çizgim, yolum, hayatım?
Bazen tüm bunları elimin tersiyle itip kaçmak istiyorum, hem de koşarak kaçmak!
Nereye gittiğimi bilmeden koşmak, beni nelerin beklediğini bilmeden savrulmak.
İnsan kendi kaderini çizebilir mi? Yoksa bunlar da o yüksek tirajlı palavralardan mı ibaret?
Yaklaşabilir miyim?
Erişebilir miyim?
İstediğimde başarabilir miyim?
Sanırım çok yoruldum ben, bitmek tükenmek bilmeyen bu kıştan, kasvetten, yağmurdan, sert rüzgardan...
Biraz umut olsun artık önümde, bahar gelsin içime...
Yaklaşmak için gülümsemek için sebepler sunsun bana hayat, her seferinde omuzlarımı indirmesin, yüzümü dökmesin...
Mücadeleme karşılık biraz olsun iyi yüzünü göstersin bana artık, güzel yüzünü,samimiyetini...

10 Mart 2009 Salı

"Darwin'e sansürü nasıl değerlendiriyorsunuz?"


Ülkemizde şiddetli bir "iklim değişikliği((!)" yaşadığımız malum.
Düşünce suçlarının artışı, aynı görüşleri benimsemeyen insanların başlarına gelenler, sansür, basın özgürlüğü ve yazarlara baskı...
Nötr olarak bakılsa dahi SANSÜR en büyük ayıplardan biridir.
İnsanların bilgilenmesini, öğrenmesini, bilmesini imkansız hale getiren en ilkel mekanizmalardandır.
En son haber yıllardır okuduğum Bilim Teknik dergisiyle ilgili...
Beni çok şaşırtan bu haberi sizlerle paylaşıp görüşlerinizi öğrenmek istiyorum...

Darwin yılı’ kapsamında, popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik de Evrim Teorisi’nin kuramcısı için dosya hazırladı ve kapak yaptı. TÜBİTAK Başkan?Yardımcısı Cebeci, müdahale ederek dergiyi değiştirdi

TÜBİTAK’ın ünlü popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik çalışanları, Darwin’in 200. doğum günü ve Türlerin Kökeni adlı efsanevi eserinin 150. yayınlanış yıldönümü sebebiyle mart sayısında Darwin ve Evrim özel dosyası hazırladı. Uluslararası Biyolojik Bilimler Birliği (IUBS) ve UNESCO’nun tüm dünyada ilan ettiği Darwin yılı kapsamındaki bu jest, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı ve Bilim Teknik Dergisi Yayın Kurulu üyesi Ömer Cebeci’ye takıldı.

Darwin ve evrim teorisiyle ilgili kapak ile yazıları gören Cebeci, Derginin Yayın Yönetmeni Çiğdem Atakuman’a sert tepki göstererek dosyayı dergiden çıkarttırdı. Dergi ‘ikinci konu’ olan ‘Küresel ısınma’ temasıyla çıkarken, Yayın Yönetmeni Atakuman’a görevden alındığı sözlü olarak iletildi. Ancak TÜBİTAK görevden almayla ilgili, “Dergi yönetimiyle ilgili bilgi internet sitemizdeki gibidir” açıklaması yaparken, Atakuman ise iddiaları yanıtsız bıraktı.

Dünya çapında birçok popüler bilim dergisi, Darwin yılı nedeniyle, evrim teorisine ilişkin özel makalelere yer verirken, daha önceki yıllarda onlarca Darwin ve evrim teorisi yazıları yayımlayan TÜBİTAK Bilim Teknik Dergisi’nin mart sayısında bu konuya yer verilmedi. Edinilen bilgiye göre, aslında TÜBİTAK Bilim Teknik Dergisi’nin mart sayısının kapak konusu, Darwin’in 200. doğum yıldönümü nedeniyle, Darwin ve evrim kuramı olarak belirlendi. Derginin içerisinde de 15 sayfalık Darwin yazılarına yer ayrıldı.

Çeşitli bilim insanından Darwin ve evrim teorisiyle ilgili yazılar istendi ve dergi çalışanları, kapak tasarımını yapıp, dosyanın bulunduğu sayfaları hazırladılar. Ancak aynı zamanda derginin yayın kurulunda bulunan Ömer Cebeci, basıma iki gün kala derginin kapağını ve içeriğini görünce sert tepki gösterdi. Cebeci, Darwin yazılarının dergiden çıkartılmasını istedi.
Çalışanlar, Cebeci’nin isteği ile ‘Küresel İklim Değişikliği’ konusunu kapağa çektiler.
Bunun üzerine dergi yeniden yapıldı ve ‘Küresel İklim Değişikliği’ konulu kapağıyla piyasaya sürüldü. Bir hafta gecikmeli çıktı Değişiklik nedeniyle de derginin basımı ve dağıtımı da bir hafta gecikti. Darwin ve evrim terorisi dosyası nedeniyle ilk başta 112 sayfa hazırlanan mart sayısı, son dakika değişikliği nedeniyle 96 sayfa olarak piyasaya sürüldü.

TÜBİTAK Bilim-Toplum Daire Başkan Vekili ve Bilim-Teknik Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Çiğdem Atakuman, yazıların çıkarıldığı sırada şehir dışında bir toplantıda bulunuyordu.
Ömer Cebeci, Atakuman’ı arayarak, yazıları çıkarmaya karar verdiğini, dergide böyle yazı olamayacağını, istemediğini söyledi. Atakuman’ın görevden alınarak, başka birime gönderileceğini söyleyen Cebeci, konuyu ‘yetkili mercilere’ ileteceğini de ifade etti.

Radikal’in ulaştığı Atakuman, devlet memuru olduğunu soruları yanıtlamayacağını belirterek, “Ben bilim insanıyım, bunu neden böyle olmuş olabileceğini bilemem. Ben bilimle uğraşırım. Neden böyle olmuş olabileceği konusunda benim açıklama yapabilecek bilgim yok” demekle yetindi. ‘Politikleşiyor’ iddiası TÜBİTAK Basın ve Halkla İlişkiler’i, Radikal’in sorusu üzerine “Yönetimimiz internet sitemizdeki gibidir” dedi. İnternet sitesinde, Atakuman hâlâ derginin genel yayın yönetmeni olarak görülüyor. TÜBİTAK ve Bilim Teknik Dergisi ile ilgili çevreler, yeni yönetimle birlikte politik bir dergi olmaya zorlandığını savunuyor.

TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Ömer Cebeci’nin derginin yayın politikalarına doğrudan müdahale ettiği bildirilirken, bazı yayın kurulu üyeleri, kendilerinin sürece konu belirlendikten, yazılar hazırlandıktan sonra dahil edildiklerine dikkat çektiler. Darwin ve evrim yazılarına müdahale edilmesi bilim çevrelerinde, “TÜBİTAK bu kadar siyasileşince olacağı buydu” yorumlarına neden oldu.

BETÜL KOTAN / BEHZAT MİSER ANKARA
Haber kanyağı : http://www.radikal.com.tr/

"Hoşgörü ve güven"


Perşembe günü "Yine grip salgını" yazısını yazmıştım, aman şöyle korunuyorum aman böyle diye...Ama korkuyordum bir yandan da ve cuma günü gayet mutlu, sağlıklıydım biraz halsizdim gerçi ama haftasonu yapacaklarımı düşünüyordum. Gece uyudum, sabaha karşı bir uyandım ki bademciklerim botoks yemiş gibi şişmiş! Aman ne şişmek yutkunamıyorum, burnum tıkalı...Birdenbire oldu her şey, moralim nasıl bozuldu anlatamam, bademcik şişse lanet olsun ki ateş de olacak dedim, telkin etmeye çalıştım kendimi olmadı, 1 ay geçmedem bu kış 3.gribimi yaşadığım için çok moralim bozuldu uzun uzun ağladım...ağlarsam sanki düzeleceğimden değil moral bozukluğu işte...
Ama azmettim dışarı çıkacağım ben diye, giyindim, almam gereken ihtiyaçlarım vardı kapalı bir alışveriş merkezine gittim, sabah aldığım grip ilacından heralde kendimi she-ra gibi hissediyordum, lay lay lom boğazım şiş ama iyiyim ben diye, saat öğlen oldukça bir çöküş başladı bende:( Gözlerim kapanmaya, üşümeye, başım dönmeye başladı. İşte kaçınılmaz son dedim kendime ve öğleden sonra eve geldim, ateşime baktım 37 yok ama inanamadım 20 dakika sonra yine baktım 38, sonrasına bakamadım zaten titeremekten maalesef antibiyotik almak zorunda kaldım...Bademciğim şişmese ve ateşim olmasa sorun değil ama bu kaçıncı ya!Antibiyotik her zaman mideme dokunur benim, öyle de oldu, midem delinmiş gibi bir yandan da onun ağrısını çektim.Berbat bir haftasonu geçirdim, ağlamaktan yoruldum, çok moralim bozuldu...
Dedim ki neden bu kadar hassas bir bünyem var benim, çocukluktan beri hep sağlık sorunları yaşarım, bir türlü düzelemem, ya grip, ya mide, ya diğerleri...(Esas beni yoran diğerleri oldu zaten..)
Pazartesi bu durumda işe gidemeyecektim tabi. Gözler yarım, sinüsler tıkalı müdürümü aradım.Dedim ki böyle böyle, tabii ben dürüstüm ateşim düştü dedim, ne malum dimi sanki bugün çıkmayacak, tabii bu laf artık nasıl anlaşıldıysa, sanki keyfi olarak ben bugün gelmiycem ya canım dinlenmek istiyor gibi mi algılandı anlamadım; "kuruma gelin, vizite kağıdı alın, doktora gidin, rapor alın yoksa izin veremem ayrıcalık olur size dedi, diğer arkadaşlar gripli gripli çalışıyorlar dedi.
Ben şok geçirdim tabii, gripli çalışmak marifet midir?
Benim bugün tek dersim var, aksayan bir şey de olmayacak ama işi böylesine yormak doğru mudur?
Bize bu "kahraman insanlar" yüzünden sürekli grip bulaşıyor olabilir mi?
Onlar bir gün kendilerini toparlasalar evlerinde aksırıp tıksırsalar da mikroplar haftalarca ensemize yapışmasa olmaz mı?
Ateşli işe gelip bayıldığınızda bir maaş ikramiye mi kazanıyoruz?
Bir gün izin istiyorum sesim boru gibi çıkıyor, diğerli gripli geliyor siz de gelin yoksa rapor alın deniliyor.
Çok şaşırdım, herkesin bünyesi bir midir?Ben minimini çıtı pıtı bir şeyim zaten, 47 kilo gelirdim,narin zayıf, çocukluktan beri, hani derler ya 7sinde neyse 70'inde o diye. Ben gripliyken salya sümük hangi karıncayla nasıl ilgilenebilirim? Nasıl iş yaparım diye düşündüm,telefonu kapattım.
Benim arabam yok, onu bırakın olsa da depo suyla mı çalışıyor? Ayın 9'u olmuş maaşımı alamamışım, hastayım ve bana diyorlar ki buraya gelin. Ben evden çıkacak oraya gelebilecek olsam zaten benim yorganın altında elimde mendille midemi ağrıtan ilaçlarla evde işim ne?
Çıkamadım tabii evden dışarı, rapor falan da alamadım, hasta insana üstelik daha maaşını vermemişler diyorlar ki gelin rapor alın...
Prosedür denilen şey karşılıklı hoşgörüyle halledilebilecek keskinliğe sahiptir.
Eğer çalışkan, işe yarayan bir elemanınız size boru gibi bir sesle telefon açıp hastayım diyorsa ve siz buna inanmıyorsanız bu elemanınızın motivasyonunu sıfıra düşürür...
Ertesi gün ayaklarında hal olmadan işe gelip baygın gözlerle sağa sola bakarak da size bir fayda sağlayabilir mi onu da ayrıca bir düşünün derim ben.
Daha ben rapor falan alamadım diyemedim, müdürün odasına kadar yürümek bile gözümde büyüyor ki:)
Ben daha iyiyim ve en geç bir kaç güne toparlanırım, yine arı gibi çalışırım Allah dermansız uzun süreli tedavili hastalık vermesin ama ,
"Sağlık" hayattaki en önemli kavram, ve rapor konusunda işimi yokuşa sürenlerin gripli olsa da işine gelen "kahraman personellerden" grip kapıp da ertesi gün yatağa düşmeyeceğini hiç kimse garanti edemez...

5 Mart 2009 Perşembe

"Yine grip salgını..."



Grip grip grip!
Sağıma dönüyorum biri hapşırıyor, soluma dönüyorum biri öksürüyor ama ne öksürmek ciğerler parçalanıyor adeta!
Arkamdan mor bir sesss "oyyy hasta oluyorum beeenn"...
Ben panik içinde elimde mendil ağzımı kapatıp, vitamin alıp, meyva ve adaçayına dadanıp dua ediyorum hasta olmamak için.
Ellerimi çok sık yıkıyorum, malum ben çok kalabalık ortamlarda çalışıyorum.
Pencereleri açıp sık sık odayı havalandırıyorum,yani ne bileyim işte önlem almaya çalışıyorum kendimce...
Bu yüzden sevgilimin ailesiyle büyük buluşmamız da haftaya ertelenmiş durumda.Zira ikimizin annesi de grip oldu hem de ne grip!
Neyse artık heyecanım azaldmış durumda da haftaya ne olur bilemem:)
Ben bu yıl bu kadar salgın olmasını havalara bağlıyorum, tamam çok yağmur yağdı ama hiç kar göremedik.
Mikroplar etrafta fink atıyor, bu yüzden grip hakkında iyi gelebilecek bir kaç öneri size;

Ne yazık ki soğuk algınlığına birden etki edebilecek bir tedavi şekli yok.
Bakteri enfeksiyonlarında etkili olan antibiyotikler ise bu virüslere etki etmez.
Böylece burnumuzu çeker dururuz, birkaç hap alırız ve belirtilerin geçmesini bekleriz.
Ancak soğuk algınlığını biraz daha rahat geçirebilmek, çevremize ve yakınlarımıza bulaştırmamak için yapılabilecek pek çok şey var.
Soğuk algınlığı karşısında ne yapılmalı?
Stres, bağışıklık sistemini zayıflatarak kolay nezle-grip olmamıza neden olur. Her türlü stresten uzak durun.
Hayata olumlu bakın.
Vücudunuzun dirençli olduğunu düşünmek iyileşmenizi kolaylaştırır.
İstirahat ve gevşeme, belki de nezle ve gribin en eski tedavisidir.
Kendinizi sıcak tutun. Bu durumda aşırı terlemedikçe vücudun bağışıklık sistemi enerjisini infeksiyona karşı savaşta kullanmak için odaklayabilir.
Açık havada yapılan kısa yürüyüşler, havasız bir odada yatmaktan daha iyidir.
Hazmı zor gıdalar yemeyin. Az yağlı gıdalar, et ve süt ürünleri, taze meyve ve sebzeler yeyin. Tavuk çorbası burundaki salgının kıvamını azaltarak tıkanıklığı giderir.
Bol bol sıvı alın. 6-8 bardak su, meyve suyu, çay ve diğer içecekler ile nezleye bağlı kaybedilen sıvı yerine konabilir. Su buharıyla odanın havasını nemlendirin. S
Sigara içmeyin, içilen ortamdan uzak durun.
C vitamini alın. Yüksek doz C vitamini doktor gözetiminde, kısa süreyle kullanılabilir.
Tuzlu su ile burnunuzu temizleyin. Burun içindeki ödemin azalmasına ve burun tıkanıklığında azalmaya yardımcı olur.
Mikroplardan korunma ve çevrenizdekilere bulaşmasını önlemenin yolları Ellerinizi yıkayın. Mikroplardan arınmak önemli.
Nezle olan kişiye veya eşyalarına dokunduktan sonra mutlaka ellerinizi yıkayın.
Fincan veya bardaklarını paylaşmayın. Ortak kullanılan bardaklar mikropların yayılmasına neden olur.
Kâğıt mendil kullanın. Ama mendili hemen çöpe atmayı unutmayın.
Nezle olan biriyle temas ettiyseniz, elinizi asla gözlerinize, burnunuza ve ağzınıza elinizi sürmeyin.
Oyuncakları temiz tutun. Oyuncaklar mikropları barındırabilir. Oyuncaklar düzenli olarak sıcak ve sabunlu suyla yıkanmalı.
Başka yöne hapşırın. Diğerlerinden uzağa veya mendile hapşırılması önemli.
Ağzınızı elleriniz ile kapadıysanız, sonrasında mutlaka elinizi yıkayın. Bulunduğunuz ortamı havalandırın.
Mikroplar durağan havada asılı kalır. Pencereler açıldığında temizlenirler.
Belirtiler ağırlaşmaya devam ediyorsa veya geçmiyorsa mutlaka bir hekime başvurun.
İstirahat gerekebilir. Nezle tedavisinde kullanılanlara ek olarak nadiren (antiviral) ilaçlar, belirtilerin süresini ve ciddiyetini azaltmak için kullanılabilir.
Antibiyotikler ise virüslere etki etmez.
Basit nezle ve grip durumlarında antibiyotik kullanımının bir yararı olmadığı gibi, hastanın karaciğer ve böbreklerinin işlevlerini ağırlaştırır ve ayrıca mikropların antibiyotiklere karşı direnç geliştirmesine neden olur.
Op.Dr.Atilla Şergör

"Eski fotoğraflar"

Bu sabah yazdığım "insanı insan yapan....." yazısına ek olarak Leman Sam'ın
"Eski fotoğraflar" şarkısının sözlerini paylaşmak istedim.
Bence durumumuza gayet uygun:)


-Eski Fotoğraflar-

Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı
Elbet var demiş büyükler
Sulanmış akşam üstü bahçelerinde
Dostluk kokan kahveler içmişler
Arıyorum nerde o bahçeler
Dostluk dumanıyla tütsülü geceler
Kaybetmeyin o fotoğrafları
Kaybolan dünümün son yadigarları
Yok artık her gün son seferde geçerken
Tüm yalıları selamlayan kaptan
Ya da ince bir tebessümle balıkçıdan
Küçücük paketini alan madam
Ah çok mu zor karşıki komşuya
Serin sabahlarda bir günaydın demek
Ah çok mu zor eve dünüşlerde
Yoldan geçenlere iyi akşamlar demek
Karanlıkta kaybolmuşsa eğer zaman
Yoksa aşk için konuşmaya bir an
Utanırsam eğer bir gün ağlamaktan
Düş olup akarım camlardan
Arıyorum nerde o bahçeler
Dostluk dumanıyla tütsülü geceler
Kaybetmeyin o fotoğrafları
Kaybolan dünümün son yadigarları

"insanı insan yapan.....?"







Günaydın herkese! Yine bir kaç gündür ortalarda yoktum, şimdi iş yoğunluğu yüzünden iki satır yazamadım diye bahane bulmamak için bir yandan kahvaltı ederken bir yandan adaçayımı yudumluyor bir yandan da yazmaya çalışıyorum...
Sabah servis hostesi gelmeden 2-3 dakika önce telefonumu çaldırıyor ben de aşağı iniyorum.Bugün tam 15 dakika erken çaldırdı.Apar topar makyaj bile yapmadan fırladım.Üstümde jilem ayağımda mor mus çorabım ve babetlerim, hani hava ısınacaktı bugün! İnanıp da incecik giyindim, meğerse aşağı indiğimde anladım, aslında "buz" gibiymiş...Bekledim, bekledim gelen servis yok 5 dakika oldu aradım 2 dakikaya geliyoruz dedi, yok..12 dakika oldu, soğuktan bacaklarımı hissetmemeye başladım.Apartmana gireyim dedim, geri gittim, bu aradabir rimel sürdüm:) Derken yukarı bi çıksam da çizme mi giyinsem dedim, kapıyı açan annem, sen içeri girdin servis geldi 5 dakikadır seni bekliyor dedi.Ne gün ama ben varım servis yok, servis var ben yokum.Koştur koştur gittim, şöför zaten muhattab dahi alınmayacak cahillikte biri, hostese derdimi anlatmaya çalıştım ama dinlerken gözlerimin bile içine bakmadı, daha doğrusu dinlerken demeyim çünkü dinlemedi.
(Bu arada soğuktan oldu sanırım sağ bacağım ağrıyor, ya soğuktan ya da koştururken oldu heralde of off...)
İşin özü işe geldim, odamın anahtarını dün başka bir ofiise bırakmıştım, onu almak için içeri girdim ve her zamanki gibi "günaydın" dedim.
Ofiste 3 kişi vardı ben hariç.Harıl harıl konuşuyorlar bir kişi de dönüp günaydın demedi.
Bu defalarca tekrarlanan bir şey ve ben ısrarla günaydın demekten vazgeçmiyorum.Çünkü ben sabahları telefonumu da günaydın diye açarım, olması gereken budur.İnsanlık, görgü kuralları, hayatı kolaylaştıran küçük mutluluklardır bunlar!İnsanı insan yapan, bizi diğer canlılardan ayıran belirgin özellklerin başında konuşarak iletişim kurabilmek, hoşgörü, nezaket, güleryüz gelir! Bunları yaptığımda bir çok işimin çok daha kolay çözümlendiğini, hayatımın daha parlak olduğunu, kendimi daha iyi hissettiğimi gördüm. Mesela Kızılay'a gitmiştim işe girmeden önce sağlık raporu istemişlerdi, bilirsiniz "genelde" memurları gayet ve gayet suratsız, ilgisizdir.Sizi görmezden gelirler...Benim de işimi halledecek memur kadın aynen böyleydi, ben karşısındayım ama görmüyor, telefonla konuşuyor özel belli ki -iş değil, bir elinde ahize, diğerinde kaşe,5 dakika arayla aheste aheste içime fenalıklar getirerek kaşeyi kağıda basıyor.Bu hızla giderse gece yarısına 2 dakika kala işim hallolur ya da öbür güne kalır dedim içimden. Kadın bir kez bana baktı o sırada her zamanki gibi gülenyüzümü gördü, sonra 2.bakışında da "işiniz zor" diye sohbet açmaya çalıştığımı.Bir de baktım kadın bana gülümsedi, beni anlayan biri çıktı dedi, burada yalnız ve sıkılmış olduğunu ima etti ve sohbet ederek,havadan sudan işten güçten benim işlemim 2 dakikada bitti...
Ben biriyle sohbet etmiş oldum, o da bundan hoşnut işini yaptı böylece ikimizde bir şey kaybetmedik aksine kazandık! Oysa ben de suratsız, asabi ve tahammülsüz olsaydım bu anektod böyle mi biterdi?
Günaydın ile güleryüzü ve hoşsohbeti birbirine eklemek varken kafayı çevirip duymamazlıktan gelmek ne demektir. Odama girenler de aynı şeyi yapıyor, önce bir günaydın de hatır sor, karıncalarımın çoğu da böyle, günaydını ben diyince ağır ağır günaydııııınnnn fullll":) diye tekrarlıyorlar.Oysa bunu onlara benim hatırlatmamam gerek...
Gülümseyin, günaydın deyin, sohbet edin, arakadaş ve dost edinin, iyilik yapın, yardımsever olun, sevin, sevilin, aşık olun, aşkınızı doyasıya yaşayın, hoşgörülü olun, her şeyi tadını alarak yapın şu hayatta...
Yoksa o asık suratlı, robotlaşmış, gözünün feri kaçmış insanlar ordusunun askerleri olacaksınız...
İyilik ve güleryüz bize hayatın sunduğu en güzel nimetler, sakın unutmayın,
Herkese kocaman bir "GÜNAYDIN!" :)))

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!