Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

26 Şubat 2009 Perşembe

"sakin olmalıyım!!!"


Dün gece mide ağrısından kıvrandım, uykusuzluktan bayılmak üzere olduğum halde ağrıdan geç saatlere kadar uyuyamadım, bugün tüm uykusuzluğuma rağmen sabırla çalışıyorum.
Onca işin altından kalkmaya direniyorum..
Ama bir yerde yeter artık!
Geldi mi hep mi üst üste gelir?
Bütün yaramaz karıncalar bugüne mi denk düşer?
Yorgunum, çok yorgunum, başım dönüyor...
Sırtımı dayayıp,ayaklarımı uzatıp dinlenmek istiyorum.
Birileri benim yorgunluğumu anlasın istiyorum.
Güzel bir dilim pasta yemek istiyorum.(mide yüzünden çok zor...)
Biraz gözlerimi kapamak istiyorum.
Kendime bir buket papatya armağan ediyorum.Sabrıma, dayanıklılığıma... mükafaat olarak alıyorum bu çiçekleri.. Ama nedense ağlamak istiyorum şu an, kendimi çok yorgun, çok bitkin ve yalnız hissediyorum...Bir de öğlen yemek servisi yapan kadını pataklamak istiyorum.Küçücük parça bir tavuk ve 1 kaşık kuskusla doyacağımı zannedip, 2.parça tavuğu vermemek çin ısrarla direttiği ve beni kendi kendime rezil ettiği için!
Bizim çabamız, özverimiz, çalışmamız karşılığında bize görülen değer 1 parçaçık tavuk için 2 kere hayır denilmesi.Beni bu kadar çalıştırıyorsanız, sabah 8'den 6'ya kadar buradaysam, üstelik öğlen yemeklerini yarım saatte yemekhanede yiyip işime geri dönüp öğle tatili de yapamıyorsam bir de üstüne civciv yemi gibi yemek verecekseniz başlarım böyle işe!
Dedim ya ağlamak istiyorum, sanırım çekmecemden bir paket biskuvi çıkartıp yemeliyim, bir bardak da papatya çayı demlemeliyim, bir de sakinleşmek için 1'den 10'a kadar saymalıyım...

evet evet 10'a kadar.......

1
2
3
4...................................

25 Şubat 2009 Çarşamba

"Hayat her zaman dersini verir..."

Resimdeki şarkıcıyı tanımışsınızdır mutlaka.
Bilerek eski bir resmini koydum, genç, sağlıklı ve ışıltılı görünüyor,son resimleri ile arasındaki çöküş farkını görebilirsiniz...
Yine de usulen söyleyelim bugünkü konum Deniz Seki...
Deniz Seki'yi yıllar önce Ege'nin vokalisti olarak dinlemiştim, klibinde de yer almıştı hatta, sonra meşhur Sezen Aksu imzalı "Ahmet" şarkısıyla çıkış yaptı.İlk albüm, oldukça iyi şarkılar...
Deniz Seki sözleri kendisi yazıyor, besteyi kendisi yapıyor ve kendisi yorumluyordu.Bu açıdan tarz olarak bana pek hitap etmese de beğendiğim çok fazla şarkıya imza attığını, bir çok duyguma tercüman olduğunu söyleyebilirim.
Kısa sürede popüler müzik piyasasında basamakları hızlıdan hızlıya tırmanan Seki, artık aranılan, beğenilen, albümleri satan,konserlerde yüksek ücretler alan bir şarkıcı haline geldi.
Üretkenliği, akılda kalıcı, güzel melodik besteleriyle kendine ait bir yer buldu ve ne olduysa ondan sonra oldu...
Birden aşklarla gündeme gelmeye başladı.
Yasak aşkları, yuva yıkan kadın pozisyonuna düşmesi,tüm eleştirilere kulak tıkayıp göğsünü gere gere medyaya poz vermesi...Kocasını isteyen kucağında bebeğiyle bir kadın karesi fotoğrafın bir yanında, o kadının kocasıyla göz göze şarkı söyleyen,boy boy resim veren bir kadın fotoğrafı diğer yanda...
Aşk her şeye karşı durur belki, beki gönül ferman dinlemez...
Ama bu aşkın ciddiyetine inanmak çok zordu, ikisi de ünlüyken, aşkların takipçisi o kadar kamera varken.
Bu durumun yanında bir şeyler daha dikkatimi çekmişti benim, televizyondan izlediğim kadarıyla ciddi bir çöküş içindeydi ; aşırı kilo alması, yüzünün çökmesi, ışıltısını kaybedip sıradanlaşması hatta yaşlanması...
Bütün bu durumlardan sonra gözaltına alındığını öğrendim haberlerden ve dün de izledim ki tutuklanmış..Şüphesiz hayatında aldığı en ağır darbedir bu durum.Uyuşturucu kullanmak ve teminine aracılık etmek diye geçiyordu iddialar gazetelerde, haberlerde...
Bedenine,ruhuna, hayatına ciddi bir ihanet etmiş , uyuşturucu gibi bir zehrin kendini teslim almasna izin vererek... diğer iddialar için bir şey demek istemiyorum ama gözle görülür bir çöküş içinde olduğu da kesin.
Cezaevine götürülürken yapayalnızdı...Göğsünü gere gere elini tuttuğu, uğruna yuvayı dağıttığı, kariyerine kötü bir darbe inmesine aldırış etmediği kişi yoktu yanında...
Hüsnü Bey; karısının yeni kuaför salonunun açılışına gitmişti ve "neden yalnız bıraktınız" diyen muhabirleri dövmekten beter etti...
Peki şimdi bir soru size;
Bu aşk mıydı? Hayır!
Hele ki bu hayatları para dolu, şöhret dolu, istediklere her şeye sahip olduklarını zanneden ama aslında ihtiyaçları olan asıl şeylere sahip olamayan insanlar için...

24 Şubat 2009 Salı

"çalışanın elması kızarır mıymış?"

Bir kaç gündür ortalarda yoktum fark ettiyseniz:)
İş yoğunluğu çok fazla olan bir haftayı geride bırakıp bu haftayı sessiz sakin ve kendi planladığım şekilde işlerle geçireceğim derken, üstün üstü yanına çağırdı beni.
Olay dün gerçekleşti, telefonda sesini duydum, "sizinle bir şey konuşacağım" dedi.
Eyvah dedim...Zira işten çıkartılacağımı, kriz mağduru şirketin kurbanı olacağımın gözbebeklerimin içine içine bakarak yüzsüzce söyleneceğini hayal ettim.
Asansöre nasıl bindim, nasıl yanına gittim bilemiyorum.Oturdum derin bir nefes aldım heyecanımı belli etmemeye çalışarak.Dedi ki "sizden bir şey rica edeceğim.."Ohh bir rahatladım, neşelendim...Sanırsınız bana çekilişle 7 gün 8 gece 5 yıldızlı otelde tam pansiyon tatil çıktı! Yüzüm gülüyor, iş ne olursa olsun diye,dileyin ne dilerseniz diye:) Sonra işi anlattı, temeli mesleğime dayanıyor, kolay gibi görünüyor ama bakacağım tabii, peki diyerek odama gittim.
Bilişimden geldiler bilgisayarıma gerekli programları yüklediler ve başladım.Tüm işleri askıya alıp bu iş üstüne yoğunlaşmaya başladım, başladım ama bitecek gibi değil.Tek tek ilmek ilmek işler gibi yapıyorum işi, çok uzun yorucu, ekrana bakmaktan gözlerim kaydı,başım döndü,bir yandan da karıncalar başımda...Yaramazlıklarını her zamanki sakinliğimle,anaçlığımla karşılamadım bu sefer, o ara kim üzdüyse dikkatimi dağıttıysa sıkı bir azar işitti benden!
Neyse akşama kadar kolayladım ama çok yoruldum...Bugün de devam ettim ve büyük bir kısmını bitirdim diyebilirim.Yalnız esas bir detayım var anlatacak.Bu sabah yanıma gelip işi kontrol etmek istediğini söyledi, yaptıklarımı görünce beğendi, teşekkür etti ve ardından bu işi yıllardır ben yaparım, kimseye güvenip de bu kayıtları vermem, size güvendim,önceki işlerinizden ciddiyetiniz anlaşılıyor o yüzden verdim, kıymetinizi bilin gibilerinden bir şeyler söyledi.Bu sözler beni mutlu etti, çünkü o kişinin ne kadar katı, dobra ve nazik olmadığını biliyorum.Güvenmese işi bana vermezdi ya da bana iltifat etmezdi çünkü öyle yapıda biri değil diye düşündüm.
Sevgilimle konuşurken bunu söyledim, işi sana yıktı sonra da piyazlıyor yağlıyor dedi.Ama ben bana güvendiği kısmının gerçek olduğunu söyledim..O bunun gerçek olmadığını ayrıca güvenin bir şey ifade etmediğini, maddi anlamda bir şey almak için çalıştığımı ve bunu ona yansıtmaları gerektiğini söyledi.Haklı tabii.Ama iş hayatını bilmiyor ki, çalışınca görecek...İş yok, kriz var, maaşlar düşük, şükredip idare etmeliyim.Başvurduğum hiç bir yerden tek mülakat görüşmesine bile çağırılmadım ki bu bugüne dek görmediğim bir şeydir.Arkadaşlarım işsiz..her an çıkartılacak korkusuyla yaşıyorlar.Sevgilim ise onu öyle söyleme, bunu böyle yapma, tepkini göster,cumartesi mi çalırıyorsun gitme diye sürekli isyana teşvik ediyrr benii:)Ben de zamanında çok isyan ettim ama bu zaman isyan zamanı değil. Beni çalıştığında anlayacak ama bu kadar müşkülpesentlikle, kaprisle nasıl bir iş hayatı olacak bilemiyorum. Sıfırdan yönetici olacak,bende tek tek basamakla çıkmadan,tecrüben olmadan hiç bir şirket o kadroya almaz diyorum..Yönetici olsa keşke de ben de mutlu olsam, haklı çıkmak değil amacım,aksine çok ama çok sevinirim. ama beni dinlemiyor gibime geliyor, sonra bakıyoruz ki dediğim gibi olmuş ama o bunu yaşayarak görüyor...
Her neyse konumuza dönelim yani dediğim gibi o kişinin karakterini bildiğim için bu güven olgusunun gerçekliğini biliyorum, o tipte insanlar kolay kolay iltifat etmez, işi verir ve teslim alır,usülen teşekkür eder! Olay onlar için bu kadardır.Kim ne derse desin ben yeni bir iş daha yapmanın,yeni bir tecrübe kazanmanın mutluluğuna eriştim:) Tamam zor bir işti, diğer işlerim kaldı, gözlerim ağrıdı ama biliyorum ki benim çalışkanlılığım ve işi iyi yapışım fark ediliyor.İşte beni mutlu eden bu.Bu arada yazılarımı takip edenlerden maaş konusunda ne oldu diye merak edenler vardır.Ben söyledikten sonra 3 gün geçti, haber verdiler, evet düşük olacakmış, kaç ay fazla verdiysek keseceğiz diye.1 ay fazla verdiniz dedim ama yine de onlar bakacakmış, baksınlar...Neticede ben söyleyerek dürüstlüğümün yolunda kendime olan saygımı bir kez daha kazandım.
Neticede olumlu yönlerin yanında doğal olarak yorgunum,başım dönüyor, dinlenmek istiyorum..
İş hayatında hep aynı şeyler oluyor. Olaylar ve kişiler zaman zaman değişse de aslında yaşadıklarımız hep aynı...

Bu kadar acıdan ağzımız yansa da daima : "Katlan, sabret, dayan!" politikası...
Belki bir gün bir şeyler değişir:)
Ne dersiniz?

19 Şubat 2009 Perşembe

"Teslim oluyorum"


Evet sildim yazımı..
Dayanamadım çünkü her sayfaya girişimde bakmaya, göz ucuyla ezberlediğim satırları yeniden yeniden okumaya.
Bir şeyler eksilmesin artık, yeter...
İyi olanlar çoğalsın, gelişsin, yayılsın damarlarıma.
Şimdilik bu kadarı yeter.
Yüzeysel olmalıyım, derinlerde korkularımla yüzleşmek, hayatla çarpışmak istemiyorum.
Herkese ve herşeye beyaz bayrak sallıyorum.
Teslim oluyorum!

18 Şubat 2009 Çarşamba

"Gazanfer Özcan'ı kaybettik..."


Tiyatro bambaşkadır, tiyatrocu olmak bambaşka.
Özveri ister, sağlık ister, inanç ister, yetenek ister, ne olursa olsun perde açıldığında kaldığı yerden devam eder yarım kalmışlıklar...
Gazanfer Özcan, Nejat Uygur,Erol Günaydın, Zihni Göktay aklıma ilk gelen "yaşayan" duayenlerdendir.
Üzücü bir haber aldım bu sabah bu üstadlardan biriyle ilgili, Gazanfer Baba'yı kaybetmişiz...
Gazanfer Özcan bir tiyato çınarıydı...
Yılların tecrübesiyle, güleryüzüyle, espirileriyle, usta oyunuyla, gençlere desteğiyle tanınırdı.
Onun gibi biri daha gelir mi sahnelere bilmiyorum, çünkü onun yeri apayrıdır bende.
Şahsen tanımam ama tiyatro tutkunu biri olarak onu çok sevmişimdir.
Ölüm haberini duyduğumda çok çok üzüldüm...
Meleklerin yanına uğurlamadan önce;
Büyük üstadın yaşam öyküsünü paylaşmak istiyorum sizinle...
Gazanfer Özcan 27 Ocak 1931’de İstanbul’da, dört erkek kardeşin en küçüğü olarak doğar. Babası İstanbul Belediyesi’nde memur Cemalettin Bey, çok titiz, kuralcı, ince eleyip sık dokuyan biridir. Ve bu özellikleriyle yıllar sonra oğlunun büyük bir başarı kazanacağı Hüsnü Kuruntu karakterine ilham verecektir. Çocukluğu kalabalık bir ailede geçer Gazanfer Özcan’ın; teyzeler, dayılar, amcalar hep birlikte yaşanır. Amcası ve dayıları polistir, o da imrenir büyüklerine ve polis olmayı koyar kafasına...
Ta ki Taksim Erkek Lisesi ikinci sınıfına kadar. Yıl 1947, lisede “Hisse-i Şayia” oyunu sahneye konacaktır. Bican Efendi rolü ise o güne dek tiyatroyla ilgisi olmayan Gazanfer Özcan’ın olur. Bican Efendi rolü ile içindeki ‘komiği’ keşfeder Özcan. Yine de 1947’de Polis Okulu’na müracaat eder, ancak Ankara’ya gitme zorunluluğu onu bu sevdasından vazgeçirir.Mesleğini babasından gizlediSahne tozunu yutmuştur artık; 1948 yılında Eminönü Halkevi’nin temsil koluna girer, 1949’da ise Şehir Tiyatroları’nın çocuk bölümüne. Tiyatro yaşamını sarmalamıştır artık, okulu bırakır.Eğitimi Şehir Tiyatroları’nda usta-çırak ilişkileriyle devam edecektir bundan böyle; hocaları ise Vasfi Rıza Zobu ile Reşit Gürzap olurlar.Ancak babasını bu meslek seçiminden haberdar etmeye cesareti yoktur.
Bir gün amcası sahnede izler Gazanfer Özcan’ı ve akşam sofrada babasına “Beni sanatçı olduğum için evden kovdunuz; bakalım aileden yetişen bir başka sanatçıyı da kovabilecek misiniz?” deyiverir.Masadaki herkes donup kalır, baba Cemalettin Bey “Başka bir sanatçı mı var aramızda?” diye sorunca bakışlar Gazanfer Özcan’a çevrilir. Ancak beklenen olmaz, aileden onay görür tiyatro.Özcan, kariyerinin dönüm noktası için ise 1955’e kadar bekleyecektir; “Mahallenin Romanı” adlı oyunun başrol oyuncusu Reşit Gürzap hastalanınca kendini hocasının yerine oynarken bulur.
Bu büyük sınavdan başarıyla çıkar; “Mahallenin Romanı”nın ardından gelen “Meraki” ile de yeteneğini kabul ettirir.Yazları, Şehir Tiyatroları tatilde olduğunda ise Vahi Öz ve Halide Pişkin’in tiyatro topluluklarıyla Anadolu turnelerine çıkar. Refik Erduran’ın “Deli”, Necati Cumalı’nın “Mine”, Haldun Taner’in “Fazilet Eczanesi” gibi oyunlarda rol aldıktan sonra 1961 yılında Şehir Tiyatroları’ndan ayrılır.
Bu ayrılıkta yalnız değildir Özcan; 12 yıl arkadaşı ve sırdaşı olduktan sonra 1961 yılında evlendiği Gönül Ülkü de yanındadır. İlk eşinden olan kızı Fulya ise dört yaşındadır babası yeniden evlendiğinde.Çift, 1962 yılında Gönül Ülkü Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nu kurar.
Topluluk, çoğu komedi pek çok oyun sahneler; Özcan yumuşak ve sıcak oyunculuğuyla seyircinin gönlünü fetheder. Ancak tiyatro zaman zaman verdiğinden fazlasını isteyen bir iş koludur; masrafları karşılayabilmek için ‘70’lerde sonraları pek memnuniyetle anmayacağı- filmlerde oynar aktör.
Yıllar sonra sorulan bir soruya “Sinemayı sevmem” diye yanıt verecektir. Sinema ile kuramadığı ilişkiyi, 1980’lere gelindiğinde televizyon ile kurar Özcan. Türkiye’nin ilk sitcom’u olarak değerlendirilen “Kuruntu Ailesi”, bir sevgi çemberi yaratır aktörün çevresinde. “Yüzde 70’i babam, yüzde 30’u kendim” dediği Hüsnü Kuruntu karakteri; 1987 yılında başlar ve dizi 400 bölüm devam eder.Gazanfer Özcan’ın tiyatro dışındaki en büyük hayali, bir Milli Piyango bayii açmaktır. “Çünkü insanlar umutla bilet alıyorlar ve o umudu veren kişi olmak istiyorum” diye açıklar bu hayalini.
Kendisi de sürekli piyango bileti alır, çünkü her geçen gün büyüyen vergi borçları vardır tiyatrosunun. Bir de giderek artan sağlık sorunları. 2001 yılında by-pass geçirir ve 11 yaşından beri içtiği sigaraya veda eder. 2002’de ise Gönül Ülkü hastalanır, üç yıl boyunca tedavi görür. Bu sırada git gide büyür borçlar.Avrupa Yakası’yla gelen nefes2006 yılında gelen “Avrupa Yakası” dizisi bir ‘nefes’olur Özcan’a. Onu Hüsnü Kuruntu olarak sevenlerin çocukları, şimdi Tahsin Sütçüoğlu olarak sarılacaklardır boynuna.
60 yıl sadakatle içtiği sigarayı bırakmıştır bırakmasına, ancak sigara bırakmaz peşini. Geçtiğimiz aralık ayında zatürre teşhisiyle yattığı hastaneden 14 Ocak’ta taburcu olur, ama 15 gün sonra yeniden ağırlaşır durumu...Dün geceye kadar başında “Birbirimizden ayrı iki gün bile geçirmedik” dediği eşi Gönül Ülkü, kızı Fulya Özcan ve torunu Tarık Ündüz beklerler iyileşmesini. Ama ne yazık ki dün akşam saatlerinde bırakır mücadeleyi Özcan.2000 yılında bir söyleşide şöyle demiştir: “Benim dileğim, gerçek tiyatro adamının, oyun sonrası makyajını silerken ölmesi. Her şeyi bitirmişsin, alkışını almışsın...”
Bizim için alkışlarımızın ardından indi sahneden Gazanfer Özcan... Son dileği gerçekleşti.

Mekanın cennet olsun Gazanfer Baba...

17 Şubat 2009 Salı

"pes!"


İş yerimde bir arkadaşım masaüstümdeki evden getirdiğim bilgisayar hoparlörlerini yere düşürdü.Hoparlör parçalara ayrıldı, dağıldı...
Yeniden toparladım, önceleri can çekişirken bugün tek tarafı ruhunu teslim etti.Herşeyi mono dinliyorum.Bu olay yaklaşık 4 ay önce olmasına rağmen arkadaşım sağolsun parçaladığı hoparlörün yerine hala yenisini almadı...
Üstelik babamın bilgisayarınındı, zorla almıştım, iyi bakacağım, aynen teslim edeceğim, söz diye!
Az önce de aradım arkadaşı,hoparlör tamirinde anlar mısın artık hiç çalmıyor bu dedim, yani söylemek zorunda kaldım dedim ki senin hoparlör çalışmıyor! Daha ne desem ki:))
Hımm dedi, o kadar...sonra sustu.Bende eee yenisini alayım bari dedim. Tamam öyle yaparsın dedi:))
Yani artık pes! diyorum başka bir şey demiyorum.....
İnsanlara ne oldu böyle ya, gerçekten ne oldu? Kibarlığa, nezakete, değere, görgü kurallarına?Önemli olan 2o Lira verip idare eden bir hoparlör almak değil,önemli olan davranış...
Sen birinin malına istemeden de olsa zarar veriyor ve kullanılamaz hale getiriyorsun, en azından bir bahsini aç ya, de ki param yok alamıyorum de, ama söyle!
Sanki benim çok param var...çok....
Haksız mıyım?

"klişedir ama aynı zamanda da gerçektir."

X : "Vefa" arıyorum,
Y : " Hı?? ne o İstanbul'da bir semt mi?"
Ne klişedir değil mi?Eski Türk filmlerinde sık kullanılan bir replik gibi...Ama bir o kadar da gerçektir.
Hayatta en fazla dost kazığı yemiş insanlardan sayarım kendimi, daha önceki
"Benim bir dostum vardı" yazımı okuyanlar bunlardan sadece birini bilir, aynı zamanda da iyi niyet kurbanlığımı görür:)
Hayatta dostluk adına pek bir beklentim yok artık, gördüm ki insanlara dert anlatmak, dertleşmek demode olmuş. Sadece alışveriş yapacaksın, güzel şeylerden bahsedeceksin, dedikodu yapacaksın, eğlenmeye gideceksin, ortam insanı olacaksın! O zaman etrafın dolup taşar.Benim etrafımda çok fazla insan vardı, haftasonları ya da iş çıkışları buluşmak için çoktan seçmeli test çözmek zorunda kalırdım, biriyle buluşsam diğeri alınır, alışveriş için buluşulur sonra başkalarıyla kahve içmeye gidilir,akşam yemekte başka arkadaş gurbu olur gibi gibi.Öğle tatillerinde güleryüzlü kafa dengi iş arkadaşları da bonusuydu hayatımın.
Sonra cephemde bir takım şeyler ters gitmeye başladı, canımı sıkan mevzular oldu bir anlatayım dedim, baktım dinlenmiyor, oysa ben dinlerdim. Bir kişi, iki kişi, üç kişi derken bir kaçı elendi hayatımdan.Derken biraz kırıldım, seçici bakmaya başladım,insan biriktirmenin dost biriktirmenin güzel olduğunu düşündüm ama kalabalıklar içinde yalnız olmak elenenler listesini daha da kabartmaya başladı. Telefon rehberimden kesin benim dostum dediğim bir çok ismi sildim.Fazla beklentim olmadan daha az insanla dönerken dünyam, bir baktım ki bir hastalık geldi kapıma.Çok da ani oldu, bu yüzden işimi kaybettim, bir bebek gibi yürümeyi yeniden öğrendim.Altı ay evden tek başıma çıkamadım.Çok zorlaştı hayat benim için, ne yapacağımı şaşırdım.
İşte bundan sonra benim terazim çalışmaya başladı : ben zor dönemimi geçirirken yanımda kim vardı demeye başladım. İnsan esas bu zamanlarda destek arıyor çünkü...
Canım ailem, canım sevgilim, canım dostum...Kaç kişi saydım:)
Dostlarım değil dostum..Çünkü 15 senedir beni tanıyan , ailelerimizin hala görüştüğü ve doktor olan(üstelik hastalığımın branşı) sözde dostum gelmedi yanıma, aramadı da, en sonunda ben bir ara mesaj attım, "seni aricam ya bir ara "demiş bir de utanmadan gülücük atmış yazının sonuna! Defol git dedim ya , cehenneme kadar yolun var...Bir de komşu iş yerimde, tesadüfen tanıştığım bir dostum vardı. Onunla da yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez, günde hemen hemen her an beraberiz, telefon açar, tansiyonum düştü bayılıyorum der, işten çıkar apar topar giderim yanına, ayran alırım, başında dururum, ayaklarını yükseğe kaldırırız, düzelir, telefonu eline veriririm bak bir şey olursa ara diye, arada işlerin arasında arayıp kontrol ederim.Sabah akşam gece fark etmez salya sümük gelir, erkek arkadaşım şöyle yaptı böyle yaptı diye, gözyaşları sel olur, teselli ederim, dışarı çıkarız, arada yemek ısmarlarım, moral düzeltiriz, alışverişe çıkarız, bir saat nişantaşının ayakkabıcılarını arşınlarız..Güleriz, ağlarız..Neticede böylesine lay lay lom günlerinde yanımda olan bir insan da, tahmin edeceğiniz gibi ben hasta olduğumda ortadan kayboldu.6 ay sonra arayıp "naber?" dedi. Cevap olarak ne diyebilirim? :)) Güldüm tabii, anlatınca yok yurtdışından profesör tanıdığına soracakmış da yok doğal ilaç getirtecekmiş de vız vız vızzz. Hiç bir şey yapmadı, sonra utanmadan aradı bir kaç ay sonra,meğer ilk araması yol yapmakmış, "ben evleniyorum" dedi.
"Eee mutluluklar bay F ile" dedim.
"Yok dedi o değil"
"hı?? 2 senedir birliktesiniz yeni ayrılmadınız mı?Ben yeniden birleştiniz sandım"
"Ayrıldık da bu başkası, onunla evlenicem.."
"Bu kadar kısa sürede mi?"
"Evet harika biri canım,2 ayda karar verdik...geliyorsun dimi düğüne?"
Cümlelerimi seçmiyordum artık, buz gibi bir ses tonuyla aynen bunu söyledim "Gelemem ben kusura bakma" Dondu kaldı, benden beklemiyordu herhalde. Çok da umurumdaydı o andan sonra...
Onun da ismini üzeri çizildi.Arada bayramlarda mesaj atıyor, günah mı çıkarıyor anlamadım...
Bu örnekler sadece bir kaçı..
O yüzden artık az ama öz insan var hayatımda.Hiç kimse için fedakarlık da yapmıyorum, sadece çok özel insanlara kapım açık, diğerleri ile lay lay lom yapıyorum. Herkese kalbim, hayatım açılmaz.Çünkü biliyorum ki üzülmek en son istediğim şey!
Şükürler olsun ki sağlığım yerinde, her şeyi atlattım,bitti.
Demek istediğim o ki, hayatta en zor dönemlerinizde yanınızda olan insanlar gerçekten sizin yolunuzda sizinle yürüyordur.
Sadece iyi günlerinizde yanınızda olanların yok olması için fırtına değil, basit bir rüzgar bile yeterli olacaktır...

13 Şubat 2009 Cuma

"dürüstlük"

"Söylemeli mi, söylememeli mi?" yazımı hatırlayanlar merak etmiştir belki ne yaptım diye...
Normalde bu zihniyette insanlara ceza vermek isterdim. Bunlar emeğinin karşılığını vermeyen, sert karakterler... Ama ben
iyi bir insanım, bunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim, herkes kendini iyi diye niteleyebilir evet, ya da neye göre kime göre hangi duruma göre iyisin diyebilirsiniz. Ben her durumda ve her koşulda iyi olandanım, ne olursa olsun, bazen bana çok şey kaybettirse de hep dürüst olmaktan yanayım. Bu ay çok borcum vardı, muhasebenin benim "sözde sömürü" anlaşmamı unutmuş olması benim lehime işleyebilirdi.Misal maaşımın yarısı doktor ve hastane parasına gitti, bunun sebebi sigortamı geç yapmaları ve benim tüm tahlil ve işlemlerime tam para ödememdi.Beni mağdur eden onlardı.Bugün parça parça verilen maaşın 2.kısmını almaya gittim, aldım ama içim rahat etmedi.Dürüstlük için muhasebeye telefon açıp söyledim, karşılığında "konuşayım" yanıtı aldım. Üzerimden bir yük kalktı, doğruyu bilmenin ve söylemenin hafifliğine bıraktım kendimi. Ben yönetici olsam ve böyle bir durumda personelimin beni uyardığını görsem ona mükafaat veririm parayı geri almak yerine..Bakalım bana ne olacak derken, odama girildi belli ki daha muhasebeden ses çıkmamış, bir selam, bir kolay gelsin, bir nasılsınız yok.Benim varlığım yokmuş gibi davranıldı, içimden dedim ki aslında o zihniyete yakışan bu değil ama BANA yakışan benim yaptığımdı.Parayı geri alsalar da almasalar da ben vicdanımın sesini dinledim ve kendime olan saygım 2 kat daha arttı...

12 Şubat 2009 Perşembe

"Ödül almışım!"

Blogunun sıkı takipçisi olduğum sevgili Ayça'nın dükkanı beni "görkemli blog ödülü"ne layık görmüş :)
Ayça'cım çok teşekkür ederim.
Kurallar gereği ben de 7 kişiye ödül veriyorum.
En sık okuduğum ve en beğendiğim bloglar arasından seçim yapacağım, gönül ister ki daha fazla kişiye sanal ödülü vereyim ama sağlık olsun:)

Seçtiklerim (Alfabetik olarak):

Ayça'nın dükkanı
Ben göründüğümden daha fazlasıyım
Kırmızı günlük
Öykü
Puck
Sinema ve edebiyat üzerine
Yansıma ve yanılsama

10 Şubat 2009 Salı

"nedir?"



Bu resim nedir? Neyi anlatır?
Devletin kurumunda bir parti afişi görmek ne demektir?
Güveniniz var mı?
Politikaya, insanlara...
Peki ya böylesi bir ülkede insan gibi yaşama umudunuz...
Kaldı mı hâlâ?

"tarih dediğin şey, tekerrürden ibarettir!"

Bu benim eski bir yazım ve yeniden görüntülüyorum, daha fazla kişi okusun diye... Gerçekten de etrafımız tepeden inme yöneticilerle dolu... En ufak bir şey için tırnaklarının ucunu kaldırmaya üşenirler, her işi bize yaptırırlar. Sonra da onlar yaşar, biz sürünürüz... Bir kurumdan teşekkür etmemizi gerektirecek bir olayla karşı karşıya kaldım, sözlüzü tamam da yazılı olanı ben kendi departmanım adına yapabilirim. Kurumu arayıp teşekkür yazılarını yollayacakları mail adresini alarak mail atıp durumu üstün üstü yöneticiye bildirdim. Cevap olarak "mektubun şablonunu falancadan alıp filancadan da yardım alıp mektubu hazırlayıp bize atın, biz hazırını gönderelim işimiz kolaylaşır" dendi... İnanın mektubu hazırlama işi beni yormaz.Zira benim kalemim çok iyidir,ancak yoğunluktan tabiri caizse bi tarafınızdan ter damlarken, siz tırnak törpülüyor konumunda görülüyorsunuz ya, hele bir de filancadan yardım al deniliyor ya, bu yaşa gelmiş yüzlerce kitap okumuş, yazı alanında iyi olan, üniversiteyi dereceyle bitiren bana "yardım alarak yap" deniliyor ya, işte o kısmı bana çok dokundu... Deli gibi iş yaparken bir nefes aldım, durdum, motivasyonum uçtu gitti, eski yazılarımı hatırladım ve dedim ki "kızım..tarih tekekürden ibarettir"...

Buyrun yazıya;

--- Hepimizin olduğu gibi benim de, hayatımda nefret ettiğim bir kaç insan tipi vardır.
Bu tiplerin başını çekenlerden birileri de "içi boş ukalalar..."
Özellikle iş yaşantısında sık sık karşımıza çıkan bu tür vak'alar sizin yöneticiniz, amiriniz konumundaysa çıldırmanız içten bile değildir.
Nedir bu tip insanlardaki ortak yönler?
Hadi masaya yatırıp ufak bir davranış çözümlemesi orerasyonu yapalım.
1-Küçük dağları o yaratmış gibi dolaşır : Aslında bildiği hiç bir şey yoktur.
2-Size, her gün yaptığınız halde, yapın diye ısrarla aynı şeyleri söyler : Aslında sizin yaptığınızdan haberi yoktur, takip etmez.
3-Anlattıklarınızı bir kez daha anlatmak zorunda kalırsınız : Sizi dinliyor gibi görünür ama bu görünüş her lafın arasına bir şeyler sokmak içindir, aslında sizi dinlemez.
4-Etrafta bütün gün dolaşır çok iş yapar görünür : Aslında her yere laf yetiştirmekten sizin yaptığınız işin yarısını zor tamamlar.
5-Sürekli olarak yanınıza gelir ve bir şeyleri denetler : Aslında bu denetimler kendini "ben senden üst'üm kavramını" dayatmaya çalışmasının sonucudur. Basit anlamda "Ego tatmini" diye teşhis koyalım.
6-Her gün düzenli olarak yaptığınız ve başarıyla tamamladığınız işler için sizi teşvik etmek için yanınıza geldiğini zannedersiniz : Aslında o sizin odanızda boşuna yandığını düşündüğü ampuller için yanınızdadır. Oysa ki siz o ampül altında çalışmaktasınızdır, bu arada koridordaki tüm ampuller tüm gün boşuna yanmaktadır ancak sizinkiler ona batar.
7-Bulunduğu mevkiiyi kullanarak size olmadık yaptırımlarda bulunur : Aslında oraya en üst yönetime yalakalık yaparak gelmiştir.
8-Ne kadar iyi bir çalışan olursanız olun o mutlaka sizin bir açığınızı bulur ve yüzünüze karşı söyler.Üstelik bunu yaparken hep gülümser ki suratının ortasına patlatamayasınız!
Şunu ekleyebilirim ki bu insanlar kesinlikle bir ömür törpüsü.
Sabrınızı sınamak gibi ulvi bir amaç için bile gönderilmiş olabilirler :)
Hepimizden mümkün olduğu kadar uzak olmaları dileğiyle...

9 Şubat 2009 Pazartesi

"Söylemeli mi , söylememeli mi?"

Pazartesi sendromu diye bir şey var biliyorum:)
Ama bugün 2 haftalık tatiliin üstüne nedense bana pek uğramadı.
Uzak doğulu bir bilge, "Eğer sevdiğin işi yapıyorsan tek bir gün bile çalışmış sayılmazsın" demiş.Haklıdır kendileri...
Ben ne kadar yorulsam, kriz yüzünden az maaş alsam da yine de mutluyum:)
Şimdi ben burada oldukça az bir maaşa anlaştım, mecburen! 2 ay sonra bana sigorta yapınca maaşımı düşüreceklerini söylemişlerdi, düşürecekleri miktar da benim taa 3 sene önce aldığım maaşa denk geliyor düşünün...
Ama bugün aldık maaşları ve muhasebeden bana eski maaşımı verdiler.
Şimdi....benim maaşımı düşürmediniz, yanlışlık oldu galiba (!) diye söylemeli miyim, söylememeli miyim?
Diyeceksiniz ki "aklından zorun mu var?" otur, sus, boşver:)
Diğer türlü sen kaybedeceksin, 200 Lira koyar mı onlara?
Hem de maaşımı hain bir şekilde düşürmüşlerken...Hakkım olanı alırken düşürdükleri için bu ayki fazla tutara susmalıyım belki de...
Gelecek ay da böyle olursa söylerim ama bu ay o kadar borcum var ki, galiba susmak en iyisi.
Bilemiyorum, ne dersiniz :)
(bu arada maaşı alırken parça parça veriyorlar, 3Liraları yok diye sonra bir ara gelir alırsın dediler, zihniyet budur, düşünün ki herkesten 2-3 lira artacak...Değerlendirirken karşı tarafı da değerlendirelim:)

4 Şubat 2009 Çarşamba

"teşekkür"


Bugün iyiyim:)
Daha iyi değil, çok daha iyiyim!
Anladım ki kısır döngüden farkısız , değiştiremediğim bu tatsız durum karşısında, yelkenleri suya indirip kendimi haddinden fazla üzmek sağlığımı bozmaktan öteye gitmeyecek. Çünkü biliyorum ki, "O" değişmeyecek. İşte bu yüzden benim için zor olanı yapacağım, durup düşünmek, sorgulamak ve savunmak yerine kulaklarımı tıkayacağım, yelkenlerim tam yol ileri gidecek.Benim asıl gitmek istediğim liman neresiyse oraya!
Kendi yolumda yürümeye devam edeceğim, biliyorum kolay değil içimdeki sevginin giderek tükendiğini görmek..Belki de esas içimi acıtan budur, ama ne olursa olsun bazı durumlarda bencil olmalı insan hayatta!Aksi takdirde tam da hayat güzel yüzünü göstermişken mutluluğumdan olmak var işin ucunda.
Evet iyiyim ben, gerçekten iyiyim,
Kötü gecenin ardından yine güneş doğdu odamın içine, Allah'ım sana teşekkür ederim...

3 Şubat 2009 Salı

"neden"


Ben bugüne kadar O’nun sevgisini pek görmedim.
Arada bir göstermeye çalışır, tamam beni seviyor derken birde bakarım eski haline dönüverir.
Ben bugüne kadar O’nu üzecek hiçbir şey yapmadım. Bunca yıl, hep en başarılı, en dürüst, en sevilen, en eğlenceli oldum.Hiç kötü bir sözüm olmadı, hep en içtendim, en mutlu etmeyi seven, en güzel hediyeleri alan, en düşünceliydim.
Bir şeyi esgeçtiğim, utandırdığım, unuttuğum olmadı…
Hep sevdiğimi söyleyip öperim, O beni pek öpmez. Uykumda seviyordur belki ama ben görmem, bilmem, hissetmem. Çok ender zamanlarda gösterir sevgisini.Şaşırırım, erken gelen bahara aldanan çiçekler gibi...Yüzüm güler,içim açılır,kavgasız gürültüsüz,didiklenmeden, sorgulamadan yaşamanın keyfini çıkarırım.Oysa çok kısa sürer bu yalancı bahar, yeniden ağır bir kış çöker üzerimize.Tüm umutlarım kırılır, her şey eskisi gibi olur,sanki bir büyüdür güzel olan herşey ve bozulur.
Sevgi önemli bir şeydir, gösterirsen paylaşırsan dallanır, budaklanır, güzelleşir.Ama O hiç paylaşmaz.
Hep beni yanlış anlar, içinden geçirdiği neyse ona inanır, O her şeyin en doğrusunu bilir, en iyisini yapar, en kuralcı olandır.O diyorsa doğrudur, o sezerse gerçektir.Sen konuşursun dinlemez, öyle değil dersin inanmaz, ufalırsın karşısında, yeniden ilkokuldaki yıllarına dönersin, azarlanırsın, incitilirsin, bir tarafa itilirsin. Kalbinde kalan en son sevgi zerreciklerini bile alır senden, zorla alır götürür, kökünü kurutur, çoraklaştırır. Üstelik çocukken azarlanmaya benzemez yetişkinlerin azarlanması, daha bir derinine iner, savunmalarında daha da büyük darbeler yersin karşı taraftan.Üstüne üstlük bir de sen suçlu olursun gözünde…Günün, gecen, hayatın zehir olur.
Boğazında kocaman bir düğümle dolaşırsın, etrafındaki güzel figürleri kıskanarak izlersin; her şeye rağmen desteklenenleri, sırtı sıvazlananları, kucaklanarak aferin denilenleri...İçin acır, tüm güzelliklerine, ışığına ve iyiliğine rağmen sana sırt çevirilmesini hazmedemezsin.

O ise sıkıntı yüzünden başına gelen hastalıklara inat, başarıyla kazandığın savaşına inat, hep tepeden bakar sana..Yutkunmadan konuşmaya devam eder, nefes almadan, pişman olmadan, içindeki her şeyi kusana, kapıları yüzüne kapatana kadar...
Sen ise aynaya bakarsın ve "Neden ?" dersin…
Neden ben iyi olanı hak etmiyorum?

Elindekini yere düşürürsün, umutsuzca uçar gidersin bir yerlere...
Bir yanın hep eksik kalır ve içinde bir yerlerde hep bir şeyler sızım sızım sızlar…
Çünkü O ne diyorsa doğrudur, O ne seziyorsa gerçektir.
Sen; küçücük bir zerresindir, kalbindeki sevgiyi ayakta tutmak için çabalayan, küçücük bir zerre…

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!