Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

31 Ocak 2009 Cumartesi

"nadas"


Nadastayım:)

Yok tatilde değilim, ama herşeyden uzaktayım...

Bilgisayardan, boş konuşmalardan, telefondan, görmek istemediğim insanlardan uzakta beynimi ve vücudumu dinlendiriyorum.

Döneceğim hem de çok güzel yazılarla, şimdilik hepsini içimde biriktiriyorum, merak etmeyin:)

30 Ocak 2009 Cuma

"Ayça Şen başkan!"




Ayça Şen'i dinleyenleriniz vardır mutlaka, kendine has tarzıyla yıllardır radyolarda program yapar.
Bu ara hazır evdeyken yeni çıkan albümlerden 2 tanesin gözüme kestirip aldım, bunlardan biri de Ayça Şen'in.Evet yanlış duymadınız albüm yaptı! "Astronot" adlı albüm,Rakun müzik etiketiylle piyasada. Mor ve Ötesi'nden tanıdığımız Burak Güven ile ortak çalışmadan doğan bir albüm.Farklı, alternarif ve dinlenilesi bence.
Bir de Harun Tekin'le düet var albümde, 6.şarkı:Sabotaj, dediğim gibi dinlenilesi ve farklı bir şeyler arayanlara ithaf edilir!
Yazıma ek olarak albümün çıkış şarkısı "Son zamanlarda"yı da dinleyebilirsiniz.
Albümle ilgili bir de röportaj 0kumuştum, onu da sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim,

Sesinin güzel olduğunu radyodaki programlarına yaptığı jingle’lardan anlıyordunuz. Ama onun gibi kendi dahil herkesle ve her şeyle dalga geçen birinden bu kadar ayakları yere basan, sakin ve duygusal bir albüm beklemezsiniz. Yıllardır radyoculuk yapan, programlarının sadık bir hayran kitlesi olan Ayça Şen, birkaç yıl önce yazdığı romandan sonra şimdi de indie pop tarzında bir müzik albümü çıkardı: Astronot.
“Herkes benden komik bir albüm bekliyordu, hani Ata Demirer’in yaptığı gibi… Ama bu benim çok ciddiye alarak yaptığım bir işti, sağlam bir müzikal altyapısı var” diyor. Yine de bazı şarkıları, Radikal’deki alaycı köşe yazılarında olduğu gibi dinlerken gülümsetiyor. Albümü, Mor ve Ötesi’nin basçısı Burak Güven ve Serkan Hökenek’le birlikte hazırlamış, sözlerin tamamına yakınını kendisi yazmış, Harun Tekin’le düet yapmış. Ayça Şen’le Astronot’un hikayesini konuştuk.
Siz üniversitedeyken seramik okudunuz ama şan eğitimi de aldınız değil mi?
-Evet, yarı zamanlı iki senelik bir okuldu, ben bir sene gittim. Sonra radyoya başladım, hem seramiği hem de şanı bıraktım.
Şarkı söyleyebildiğinizi sonradan keşfetmediniz öyleyse?
-9 yaşında TRT çocuk korosunda başladım. Kafayı sağa sola sallayarak şarkı söyleyen tombul yanaklı bir çocuktum. Sonra gençlik dönemimde radyo başlayınca müziği direkt unuttum çünkü radyo çok eğlenceliydi.
Yonca Evcimik’e vokal yapmışsınız ama o dönem…
-19 yaşında Genç Radyo’da program yapıyorum, komik komik aryalar söylediğim jingle’lar hazırlıyorum. Bir gün radyonun stüdyosunun sahibi geldi, Yonca Evcimik yaz turnesine çıkacak, vokaliste ihtiyacı var, bir dene dedi. Tam Abone albümünün çıktığı dönem… Gittim başladım. Yanımdaki diğer vokalist de Kenan Doğulu’ydu. Eğlendik filan ama o turnede çok yoruldum, hafızam bir kilobayt olduğu için şarkıların sözlerini de ezberleyemedim. Turne bitince vokalistliğe devam etmedim ama müzikten kopmadım. Radyoda bir şarkı çalarken ona geri vokaller yaptım, arkadaşlarıma komik komik şarkılar söyledim gitarla. “Öğretmenim bize nolur ceza verme, bizi çok sev” filan gibi geyik geyik şarkılar. Çok gülüyorduk tabii. Ama şarkıcılık başka bir şey, şakası yok.
Albüm çıkarmaya nasıl karar verdiniz?
-Benim hayatımda her şey şans eseri oldu, bu da öyle. 2004’te, bir partide Mor ve Ötesi’nin basçısı Burak Güven’le tanıştım, bana “Ben Ümit’in alt katında oturuyorum biliyor musun” dedi. Ümit, oğlum Memo’nun babası. Öyle muhabbeti ilerlettik. Bir gün Ümit bana yazdığı bir şiiri verdi, ben de aşağı kata inip Burak’a “Abi şuna bir müzik yazsana” dedim. Birkaç gün sonra şarkıyı yazmıştı. Böyle başladık ama aylarca ara vererek 4 yılda tamamladık. Son iki ayda da Fikirtepe’deki stüdyoya girip kaydettik.
Hayata hobiler bütünü olarak bakıyorum:
Roman yazdınız, TV programı yaptınız, köşeniz var, radyoculuk yapıyorsunuz. Bir de şarkıcı diyebilir miyiz size artık?
-Şarkıcılık başka bir şey. Papağan gibiyimdir, bir sürü şarkıcının sesini taklit edebilirim, ama kendi sesini bulmak çok zor. İlk başlarda çok korkak söylüyordum, zamanla, telkinlerle öğrendim. Ben hayatta hep sevdiğim şeyleri yaptım, Memo’ya da onu öğretmeye çalışıyorum: “Eğer sevdiğin şeyi yaparsan aslında çalışmamış olursun.” Hayata gelecek korkusuyla değil, bir hobiler bütünüymüş gibi bakmaya çalışıyorum. “Aa bu kadın da her şeyi yapmak istiyor” diye düşünenler, öyle düşünmeye devam edebilir.
Oğlunuz Memo ve anneniz ne diyor bu albüm işine?
-Memo bütün albüm sürecini yaşadı, benimle stüdyoya geldi, davul çaldı. Geçen gün “Bak, Memo artık albüm çıkıyor, ne güzel di mi?” dedim. Güzel de, bu yüzden eve geç gelmeler yapmayacaksın di mi diye cevap verdi. Ben de “Arada olur oğlum” dedim. Annem de albümü ilk dinlediğinde “Bu ne ya?” filan yapıyordu. Sonra ben ona şarkıları dinletmemeye başladım, moralimi bozuyor diye. Sonra beğenmeye başladı albümü.
Evde koca bir pabuç bulunca erkek sindirella diye şarkı yazdım:
Oryantal diye bir şarkınız var, orada “Memelerimizi çaldın” diye kime diyorsunuz?
-Sabah programlarında göbek attırılan, seksi figürler yapan çocukları izliyordum bir gün. Televizyonun karşısında geldi aklıma şarkının sözleri. Oryantalden bıkmadın mı? diye söylemeye başladım. Evlen, çocuk doğur, evi üstüne yap. Kokoş olsun da erkeklerden yana şansı yaver gitsin, diye eğitimden geçirilmemize karşıyım. Evliliği sektör olarak görenlere “sektör git” diyen bir şarkı bu aslında.
Başka bir şarkınızda da “Seninle bir gün mutlaka evleneceğim” diye ilişkiye başlayan bir kadınla dalga geçiyorsunuz. Evlilik size göre çok mu saçma bir fikir?
-O şarkıda da aslında temiz niyetler var. Bir ilişki başlamış, herkes heyecanlı, herkes aşık. Kız da “Evleniriz herhalde” diye düşünüyor ama sonra ilişkinin de boku çıkıyor, evlilik fikrinin de. Ben de bir sürü ilişkime bu şarkıdaki kadın gibi temiz niyetlerle başladım ama hayalindeki evlilikle yaşadığın şey birbirine cuk oturmuyor.
Erkek Sindirella şarkınızda nasıl bir tipten bahsediyorsunuz?
-O şarkının hikayesi çok matrak. Bir gün evde dana gibi bir ayakkabı buldum. Erkek arkadaşımın spor çantasından düşmüş. O gün Erkek Sindirella diye bir laf uydurdum. İyi niyetli, temiz yüzlü, iyi aile çocuklarını anlatıyor.
“Aslında seni unuttum, 40 yılda bir gelirsin aklıma romantik şarkı dinlerken. O da neden bilmiyorum, yaptıklarını hazmedemiyorum” diyen “Kalpsizsin” adlı şarkınızı birini düşünerek mi yazdınız?
-Evet ama kim olduğunu söyleyemem!
Tuvalette şarkı söylerim:
Utanırım, hiç bakamam şarkı söylerken aynaya. Ama bir restoranın tuvaletinin akustiği güzelse orada bağıra bağıra şarkı söylerim. Bazen sifon sesiyle gururum kırılır, bazen tuvaletten çıkan kadın “Çok güzel söylüyordunuz, devam edin” der, utanırım. Kendimi sahnede hayal ediyorum, herhalde çoğunlukla konuşurum.
İlk klibin çekileceği şarkı:
Albüm kartonetindeki tüm çizimleri Ayça Şen yaptı. Albümün ilk klibi Son Zamanlarda adlı parçaya çekilecek. Şarkının sözleri şöyle: İhraç fazlası düşler yakalanamayan ömürler, Gelirler görürler bilirler, bilmezlikten gelirler, Daha fazla güç için sevemeden ölürler, Dalkavuklar var niçin ahh her şey onlar için…
Haber:
Ezgi Başaran
Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/10645747.asp?gid=66

28 Ocak 2009 Çarşamba

"mim"lenmişim :)"


Kelebeğin ömrü beni mimlemişti, ancak ben görene kadar biraz zaman geçti ve tembellik etmiştim:)
Artık bu sefer kutsal "mim" görevimi yerine getireceğim:)
"Kokoloji" diye bir test kitabı vardı, aslında ben bu kitabın 1.sini bitirdim, 2sini de yarılamıştım.Oradan bir test yanıtlayacağım ve arkadaşım bana sonuçlarından çıkan anlamı söyleyecek:)
Ben az çok neyle ilgili olacağını tahmin etsem de susuyor ve testi yapıyorum!
EĞLENCE PARKI
Hayatımıza nasıl heyecan katarız? Film seyrederek,yolculuk yaparak,spor yaparak ve şans oyunları oynayarak… Yada belkide heyecanın fantezisi ile kaynaştığı bir eğlence parkına giderek. Çocukluğun o heyecan ve eğlence dolu dünyasına bir yolculuk yapalım.

1)Parkın kapısında girdiniz ve önünde sıra bekleyen insanlardan oluşmuş bir kuyruk ve roller coaster (hız treni) belirdi.Binmek için sırada ne kadar bekleyeceksiniz?
cvp - çok beklemem, roller coster oldukça büyük her turda çok fazla kişiyi alıyor,sıra bana çabucak gelecektir!

2)Nihayet sıranız geldi ve hızla savrularak trende gidiyorsunuz.Hız sizde nasıl duygular uyandırıyor?
cvp- çığlık atıyorum ve bu çok eğlenceli!

3)Seyrin en heyecanlı noktasında tren su dolu bir havuza daldı ve siz ıslandınız. Tam o anda ne diye bağırır yada haykırırdınız?
cvp- Aaaaaaaaaa !

4)İkinci olarak atlı karıncaya binmeye karar verdiniz. Ama tam dönerken bir nedenden ötürü sizin bindiğiniz at bozuldu,hareket etmiyor? Ata ne dersiniz?
cvp-hey kör talihim!Hep de beni bulur...*%#!&# :)))))

5) Hız treni maceranız heyacanlıydı ama yeterli değildi.Eğer mükemmel bir hız treni tasarlayacak olsanız nasıl olurdu?Yolu detaylı anlatın

cvp-öncelikle bir tırmanma olmalı, ardından tam tepeden keskin bir iniş ve tam aşağı indiğinde bir viraj olmalı sonrasında ise biraz düz ve sakin gitmeli ...

İşte böyle, test bende olmadığı için kimseyi mimlemiyorum,
Bakalım sonuçlar nasıl olacak...

23 Ocak 2009 Cuma

"küçük mutluluklar"

Şarkılardaki gibi gamsız yapmış dünya onu, kaderine razı .
Güzel bir tebessümü var, ince, akıllı...
Dünya halinden uzak, umarsız, halimize bakıp gülüyor.
Küçücük insancıklarız bir onun gözünde, sürekli oradan oraya koşturuyoruz.
Hep daha iyisi için, daha güzeli için, daha pahalısı için.
Asla tatmin olmuyoruz...
Hırslarımız komik geliyor ona,
Sahi ne gerek var bu kadar ciddiye almaya?
Benim yerim burası diyor, fazla beklentim yok.
Daha iyi , daha mutlu olmak ve faydalı olmaktır istediğim; kendime karşı, evrene karşı.
Bu kadar basittir işte yaşamak,
Ayaklarını sallayarak ayın kuyruğunda oturmak gerekmez,
Sizin gezegeniniz var mı? Ya da bir eviniz?
Küçük mutluluklarla döşeyin o halde,
Güzellikler serpiştirin,
Bir yerlerde hâlâ iyiliğin kaldığını görelim...

22 Ocak 2009 Perşembe

"birisi tatil mi dedi!"

İşyerinde çok yorucu iki gün geçirdim, kolumu kaldıracak halim yok!
Az önce kendime 5 dakika ayırıp bir meyve yiyim dedim mandalinanın kabuğunu soydum ve pat.! zavallı mandalinamı yiyemeden yere yapıştırdım :)
Artık yorgunluktan ellerim de tutmuyor yani!
Mart ayında gerçekleştireceğim bir organizasyon için bir süredir kolları sıvadım, gerekli kişilerle irtibata geçmek, doğru gün ve saati ayarlamak, bir yandan da bir sürü kendini bir şey zanneden adamla muhattab olmak, "bizi seçin , biz tek olmalıyız" gibilerinden böbürlenmelerini dinlemekten sıkıldım.
Hepsinin ne mal olduğunu gayet iyi bildiğim için "hı hı hı hı..."diyerek dinleyip ardından bildiğimi söylüyorum ve bu şekilde işleyişi sürdürüyoruz katılıyor musunuz?" diyorum, o tavırlarından eser kalmadan balıklama atlıyorlar.
İnsan idaresi en zor iş, herkes ayrı telden çalıyor...
Ama işimde kalıcılığımı ispatlamak için bu organizasyonun sorumluluğunu ben isteyerek üzerime aldım, istedim ki benim bu konuda tecrübeli olduğumu ve altından kalkabileceğimi görsünler.
Diğer senede aynı kadroda çalışmak istiyorum, hele ki bu işsizlikte 3 sene önceki maaşımı da alsam razıyım.Çünkü başvurduğum hiç bir yerden yanıt gelmedi, bir çok arkadaşım işten çıkarıldı, bir çoğu maaşını alamıyor ve en çok da 4 sene boyunca üniversite okuyup bu durumlara düştüğümüze üzülüyorum.
Neyse uzun lafın kısası bu organizasyon beni yoracak hatta öyle ki o hafta muhtemelen oturamayacak kadar yoğun olacağım ama olsun sağlığım olursa ben hepsinin üstesinden gelirim.
Ve....Beni mutlu eden asıl olaya gelelim,nihayet yarın karne günü:)
Ardından güzel bir sömestr tatili beni bekliyor, bir haftası kesin de 2.hafta işe çağırılma ihtimalim olsa da ben geç kalkıp, keyifli kahvaltılar edip, incik boncuk yapmak istiyorum. Bir de evde olmadığım için yemek pişirememekten şikayetçiydim, artık bu hafta midem de izin verirse güzel yemekler pişirmek istiyorum, bir de havalar böyle güzel giderse yürüyüş ve gezmek de planlarım arasında :)
Şöyle hem ruhumun hem gözümün hem de gönlümün doyduğu bir hafta geçecek!
Karıncalarımı özleyeceğim tabii, onların masum soruları, gelip gelip sarılmaları, seni çok seviyorum demeleri, komik halleri, heceleyerek okumaya çalışmaları, bilmiş tavırları olmadan biraz zor olacak ama, tatil varsa işin ucunda hiç sorun değil, keyfime bakacağım.
Yazıya eklediğim şarkıda Sertab Erener'in dediği gibi "hayat beklemez" tatil de öyle :))

21 Ocak 2009 Çarşamba

"moral"


Aralık 2008'de blog üyesi oldum.
Nasıl bir şeydir blog yazmak dedim kendi kendime.
Hissetiklerimi özgürce yazabilmek çok hoşuma gitti, ilgimi çekti ve başladım sayfamı tasarlamaya, resimlerimi özenle seçtim, yazılarımı içimden nasıl geliyorsa öyle yazdım, istediklerimi paylaştım...
Paylaştıkça mutlu oldum, yorumlar aldıkça yeni bir şeyleri paylaşmaya hevesim arttı.
Her gün benim için olan bitenleri yazmak bir alışkanlık halini almaya başladı, çok güzel bloglar keşfettim, izlemeye aldım, her sabah yeni yazıları okur oldum.
Ne yazacağım, ben yazdıklarımı saklamaya alışığım, nasıl konu bulacağım, sayfam nasıl olsun derken bir de bakmışım 50'ye yakın yazım olmuş, 1150 ziyaret almışım ve bugün sevgili "eldivenlerim" ile birlikte 100 izleyicim oldu :)
Henüz 1 aylık bir blogcu olarak bu durum bana moral verdi,
ehem öhöm teşekkür ederim :)
Devam devam devam...
Herkese sevgiler,

"kimse"




zamanı yıllarla tartanlar
yanılırlar
hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle
hatta çoğu zaman kendiyle bile yaşanır,
içini tohuma bırakır
geçer gider
geçmez sandıkların bile

hiçbir geçen tartılmaz kalanla
neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan
kimse kimse kimse sahi
kimse ya da hiç kimse
söylediklerimden çok
sustuklarım
seçtiklerimden çok
reddedilmek için
ne kadar varsam
o kadar kimseyim kendime

güç kötü bir şey
kaderken de
kaldıramazken de
güç kötü bir şey
güçlüyken de
güçsüzken de
kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe
kimin kaldığı yer var ki dünyada
kaldım sandığın yer
bizden geçendir çoğunlukla
içimizi parçalaya çoğalta
hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla
bütün iş birinin dediği gibi,
yavaşça acele etmek aslında

ölene kadar yavaşla işte
ölene kadar yavaşla
ne başkalaştırırsan o kadarsın
başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma

çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez
bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca
bir bakıma hiçbir yerdeyiz
bir bakıma yalnızca buradayız
var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız
ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız
reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları
sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda
oysa biz buradayız
halsiz, kanıtsız
yılların neyi tarttığını bile bilmeden
kendi gücümüzün altında azala azala

kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil
hiçbir adanın almadığı yalnızlarız,
tamamlanmamış haritasında
define ve varlık
geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar
bir gün birbirini bulmanın umuduyla

gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek
kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman
hayat yanlışlarla kısalır
başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan
bir diğeri olarak çıkarız
gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız
içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile
bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir
bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir
hep öyle oldu bende
hep saklı kaldı içimdeki anahtar
ve hep aynı kilitte kırıldı

fikirler de zamanla değişir
kırıldıkları yerde
kırıldıkları yer her şeyi değiştirir

zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile
sonra başka bir başlangıcın kapısında
aynı korkularla kalakalırız
daha önce de söylemiştim:
kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine
her şiirin gizi başka bir şiirle
açıklar kendini
demiştim ya, hep öyle oldu bende
böyle katlandım kimsesizliğe o birini ararken bile biliyordum
hiç kimse hiç kimse hiç kimse...
Şiir : Murathan Mungan
Görsel : www.flickr.com
Şarkı : The Starsailor - Some of us

19 Ocak 2009 Pazartesi

"ara sıra"


Günümüzün yalnız,yüzeysel, suratsız, bencil, hep önce iş diyerek bir günaydın'ı bile esirgeyen, laftan anlamaz, hoşgörüsü sıfıra inmiş,resmi,değer vermeyen,robotlaşmış,ruhu çürümüş, buz gibi katı insanlarına adıyorum bu güzel şiiri.
Sıyrılın artık şu aptal rollerinizden, yapmacık tavırlarınız sizi birer kuklaya çevirmiş farkında değil misiniz?
Yorgunsunuz, bitkinsiniz, ruhsuzsunuz, yerlerde sürünüyorsunuz...
Ne kadar maske takarsanız takın ben içinizi görüyorum hepinizin!
Bizler eşya değiliz, yaşıyoruz, nefes alıyoruz.
Biraz gülümseyin, biraz ısının, biraz olsun iyimser bakmaya çalışın olur mu?
Günün birinde yapayalnız kaldığınızda, bir yerlerde bir hata yaptığınızın farkına varacaksınız ama çok geç olacak...


Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla,
Saat tıkırtısıyla....
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.

Yoksa , zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama; ''Çaya kaç şeker alırsın?''
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...

Can Yücel

"Tekrar Çal Sam!"

Tekrar Çal Sam
İBB ŞEHİR TİYATROLARI
Yazan : Woody Allen
Çeviren : İhsan Mursaloğlu
Yöneten : Ragıp Yavuz
Dramaturg : Arzu Işıtman
Dekor Tasarımı : Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı : Duygu Türkekul
Işık Tasarımı : Murat Özdemir
Efekt Tasarımı : Yusuf Tuncer

Oyuncular

Allen : U.Arda Aydın
Linda : Sevtap Çapan
Dick : Emrah Özertem
H.Bogart : Sezai Aydın
Nancy: İrem Arslan
Sharon, Gina, Vanessa, Entel Kız, Eskimo Kız, Betty ve Barbara : Sevinç Erbulak
Evin perisi : Derya Çetinel



Konu: Çıkmazlarını aşmak için kendisinde yaşattığı kişilerle, zaaf ve korkularıyla konuşan ve bata çıka kişiliğini arayan bir adamın trajikomik öyküsü. Aynı zamanda bir sevda öyküsü. Sinema eleştirileri yazan ve hayallerle yaşayan Allan Felix karısı tarafından terk edilmiştir. Hayatını yeniden düzenleme çabası komik bir kâbusa benzemektedir. Çünkü hayata kendisi olarak değil, hayranı olduğu Humphrey Bogart gibi bakmakta, ona özenmektedir. Tek isteği, dağılan evliliğini unutabilmek için kendine uygun bir kızla birlikte olabilmektir. Yakın arkadaşı, borsadan başka bir şey düşünmeyen işadamı Dick ve onun özgüven eksikliği konusunda Allan’dan geri kalmayan karısı Linda’nın yardımıyla uygun bir “kız arkadaş” arayışına koyulur. Bu süreçte eski karısı Nancy ile Bogart’ın hayalleri onun peşini hiç bırakmaz. Acaba tehlikeli bir aşk macerası onu kendi kimliğine kavuşturabilecek midir?

Öncelikle bu oyunu 2 kez izlediğimi belirtmek isterim. "Harika" bir komedi oyunu, öyle ki son yıllarda izlediğim en iyi oyun diyebilirim.
Allen, sonunu bilmediği bir yolun içinde oradan oraya savrulmaktadır. Karısı onu terk etmiş, yeni bir ilişkiye bir türlü kendini hazır hissedemeyen, sorunlu bir o kadar da sevimli bir karakter.
Linda ise sıkça psikiyatristinin yollarını aşındıran, hassas, kocasından beklediği ilgiyi göremeyen bir kadın.
H.Bogart ise hollywood setinden çıkıp geliyor sahneye:)
Daha fazla anlatmak istemiyorum izlemek isteyenler olacaktır diye.
Aslında sanatçılar biraz da aile boyu sahnedeler, şöyle ki Sezai Aydın'ın oğlu Arda Aydın başrolde "Allen Felix" karakterini canlandırıyor, ve Arda Aydın'ın eşi İrem Aslan Aydın da oyunda onun eski eşi Nancy'yi canlandırıyor.
Arda Aydın, Sevtap Çapan, Sezai Aydın,Sevinç Erbulak ve Derya Çetinel tek kelimeyle harika bir uyum içindeler, oyuncuların şahane performanslarının yanısıra hem müzikler, hem dekor hem de kostümler ayrıca bir renk katıyor izleyenlere!
Oyunun orjinal metninde "evin perisi" yer almıyor ve peri bize yönetmen Ragıp Yavuz'un bir hediyesi aslında. Oyun boyunca oyuna o kadar hakim bir o kadar da şirin ki, iyi ki oyuna dahil olmuş dedirtiyor insana.
Son derece keyifli 2 saat geçirmek ve hayatımızda yaşadığımız karmaşıklığa sahnede keyifle tanık olmak istiyorsanız emekle işlenmiş, şahane oyunculuklarla harmanlanmış bu oyun tam size göre :)
Şimdiden iyi seyirler!

"cumartesi ne yaptım :)"

"günaydınlar" dedim, şöyle güzel bir müzik eşliğinde güne başlayalım istedim:)
Ben nasılım peki Cuma'dan beri, hala pıtırcık sevgi insanı ruh halimde miyim:)
Evet,evet her şeye rağmen diyelim, malum alerjik nezlem azmıştı ve cuma akşamı yerini normal nezleye bıraktı...Ağzım burnum akıyor ve gözlerim kurbağa gözü gibi oldu:)Bu kışın ilk nezlesi hayırlı uğurlu olsun diyelim, herkes geçirmişti ben o arada zehirlenmekle meşguldum, tam midem geçti ohh derken nezle çıktı başıma:)Sabır sabır ya sabır!
Bu halde cumartesi ultrason için sabahın köründe kalkıp hastaneye gittim. Elimde mendil, salya sümük, kıpkırmızı gözlerle paramı yatırdım, randevu saatinden 10 dakika önce bekleme koltuğuna oturdum. Benden önceki randevu içerden çıktı,sıra bana geldi. Sekreter kız biraz bekleteceğiz dedi, kağıtlarımı aldı. Bekle bekle ses yok, 10 dakika oldu, içerden nihayet çıkan sekreter bu sefer de Ultrason makinası arızalandı dedi."Haydaaaaa!"Normalde hastaneyi alt üst edip sekreter kızın canına okuyacak olan, damarına basılınca gözü dünyayı görmeyen, haksızlığa tahammülü olmayan ben ne yaptım?Aptalca gülümsedim, niyeyse:) Biraz daha bekleteceğiz teknik servisi arıyoruz.İyi de ben 12 saatten fazladır aç aç dolaşıyorum, ultrason için açlık gerekiyor, sabahın köründe kalktım geldim bu sümüklü halimle bir de ultrason bozuldu diyor bana koskoca hastane!Boğulacak gibi oldum ama tepki vermeye halim olmadığı için suratıma yapışan o çaresiz aptal gülümsemeyle 5 dakika daha beklerim dedim.Sonra hala ses çıkmayınca girdim odaya "efendim, şeyy, kem küm" daha yeni aranmış teknik servis, gelecek de bakacak da.."oooo ölme eşeğim ölme paramı geri verin gidiyorum ben"dedim.Böylece tatil günümde boşu boşuna sabahın köründe kalkmış oldum, ama her işte bir hayır vardır diyerek de kendimi telkin etmeyi ihmal etmedim.Malum yapacak başka bir şey yoktu.
Sonra eve geldim biraz yatıp uyudum, grip ilacı, vitamin aldım. Bana mısın demedi ama! O halde hırs yaptım öğleden sonra ailemle tiyatroya gittik. Elimde mendiller, kucağımda mendiller :) Sürekli hapşıran sürekli hönküren biri olarak ilk sıradan en beğendiğim oyunu 2.kez ne kadar hasta olsam da azimle izledim:)
Oyunla ilgili detaylı bilgiyi paylaşacağım sizinle, şimdi iş yerindeyim ve biraz daha iyiyim. Gözlerim yarı kurbağa gözü ve en azından 100 değil 30 kere hapşırıyorum:))
Amann bu da geçer, her kış aynı şey, sevmiyorum işte kış mevsimini, zorla mı!
Tiyatro oyununu da yazacağım bir ara,
Tekrar günaydınlar efendim :)

"günaydınlar :)"





Şarkı : Asfalt Dünya - Zaman

16 Ocak 2009 Cuma

"cuma:)"






Bugün Cuma!
Çocuklar pek bir enerji doluydu bugün, epey başım ağrıdı ama cuma diye katladım işte:)
Yarın doktorumun istedikleri içinden ilk aşamayı gerçekleştirerek ultrason yaptıracağım, sonucu merak ediyorum çünkü şikayetlerimin kaynağı olarak düşünülen şüphelerden birinin ya üzeri çizilecek ya da yanına bir çek işareti atılacak:)
Yani çelişki değil net bir durum var ortada, eğer bu temiz çıkarsa bu içimi büyük ölçüde rahatlatacak.Sırasında detaylı tahliller var, gelecek ay da onları yaptıracağım.
Sindirim sistemi sorunları böyle, hemen teşhis koyamıyorlar...
Bugün erkek arkadaşım işyerime gelecek, fotoğraf makinesi bende kalmış ve yarına lazım, onu alacak. Çalışma ortamımı göreceği için çok mutluyum, az önce makyajımı tazeledim, ofiste temizlik yaptırdım o gelecek diye, biraz da masamın üzerini toplamalıyım. Bir türlü düzenli olmayı beceremiyorum. Her seferinde güzelce masamın tozunu alıyor her şeyi yerli yerine koyuyorum ve bu durum sadece 1 gün sürüyor, asla o masada bir düzen söz konusu değil, çocukluğumdan beri böyledir bu:)
Bir de aksi gibi alerjik nezlem coştu bu hafta, elimde mendil, kırmızı burnum soyulmuş halde beni görmesi pek de iyi değil tabii ama olsun biz alışığız bu hallere..
Anlayacağınız sıradan bir gün bugün, tek fark; biraz daha hapşırırsam burnum mendilin içinde kalacak :))
Herkese sağlıklı, mutlu ve bol uykulu bir haftasonu diliyorum...

15 Ocak 2009 Perşembe

"istiyorum!"



böyle bir salonumuz olsun mu ?
az eşyalı,bol kitaplı, aydınlık koltuklu, büyük pencereli,vitray camlı,rahat,halısız,tozsuz topaksız:)

"Gülümsemek, herşeye ve herkese rağmen!"

Kocaman bir günaydın kendime :) Daha sonra herkese teker teker günaydın :)
Aynaya gülümseyerek uyandım bu sabah, her şey önce kendinde bitiyor ya buna iyiden iyiye inanıyorum artık.
Hayat dediğimiz şey çok basit aslında, fazla anlam aramaya gerek yok.
Bence hayat bir hamur gibi...Herkese farklı renk, farklı şekil ve farklı maddelerde sunulmuş.
Tamam belki ötekinin rengi daha güzel ya da berikinin şekli...
Ama her şey bizim ellerimizde inanın bana.Siz ruhunuzla şekillendireceksiniz, gülüşünüzle güzelleştireceksiniz, iyi düşüncelerle arındıracaksınız.
Daha sakin, daha duru, daha iyi olmalı insan.
Savaşlara anlam veremiyorum, kavgalara, sahip olma duygusuna.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan zihniyetlerin amaçlarını anlayamıyorum. Bir yerlerde bebekler öldürürülürken abuk subuk şeylere kafa yorarak ağlamak adaletli gelmiyor bana, onlar acı değil bebeğini bombalara veren annelerin acısının yanında...
O yüzden doğrulun şöyle bir kendinize gelin, şu kocaman evrende minicik toz zerrelerinden ibaret olduğumuzu düşünün.Küçük şeylerle mutlu olmaya bakın.Etrafınızdaki çocukların gülümsemesi, güzel bir sinema filmi, bir tiyatro oyunu, uzun zamandır canınızın istediğiniz bir yemeği yapmak, sevdiklerinizle bir pazar kahvaltısı, gün doğmadan kalkıp sahile gidip güneşin doğuşunu izlemek, yağmurlu bir günde bir kahveye girip kendinize bir kahve ısmarlamak ve boğazınızdan geçen o sıcaklığı sağlayabildiğiniz için Tanrı'ya şükretmek gibi...
Sapasağlamsınız değil mi, sağlığınız yerinde mi? O halde şükredin, sağlığınız varsa ihtiyacı olan, sağlığı olmayan insanlara yardım edin.
Hayatta neyin ne zaman olacağını bilemezken, incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler üzerine kafa yorarak neden kendinizi üzüyorsunuz, hayattan zevk almaya bakın, bol bol gülümseyin, bunu alışkanlık haline getirin.
Ne engellerle karşılaşıp, yılmayıp hayata tutunan insanların öykülerini okuyun.
Bacakları olmadan basketbol şampiyonluk kupaları alanları, elleri olmadan resim yapanları, ölümcül hasta olup da hala güneşin doğuşuna mutlulukla ortak olanları...
Her sabah gün doğumunda günaydın deyin kendinize, etrafınızdakilere ve gülümseyin,
Gülsek de, ağlasak da ertesi gün güneş "hep"doğuyor, peki hiç düşünmediniz mi sizin için yarın ya doğmazsa?
Çok geç olmadan, hayatınızın yönünü değiştirin ve küçük mutluluklar yaratın kendinize,
Hayallerinize doğru aydınlık bir yol sizi bekliyor...

Günaydın, günaydın, günaydın :)

14 Ocak 2009 Çarşamba

"öyle bir şey"


yaşlı bir ağaç gibiyim ama yalnız,
bilgeler hep yalnız olur derler, ölmeyeyim sakın insansız,
kovuğumda pek çoğu var ama hepsi benden habersiz...
çok üşüdüm ısıt beni, sev, yaralarımı sar,
karmaşanın içinde boğuldum, benimle biraz nefes al...

13 Ocak 2009 Salı

"pazar sabahı"

Bir pazar sabahı kahvaltısı müziği bu, sevgilileri "biz" yapan detaylardan biri olmalı.
Sakın vazgeçmeyin ondan, o da sizden vazgeçmesin...
Hep aynı heyecan kalır biliyorum, isterseniz kalır...
Bir sabah müzik eşliğinde bir kahvaltı...müzik olmadan yaşayamam ben,
duramam, düşünemem, uyanamam.
Hep bir yerlerde aynı hayal var, sizi siz yapan detayları yaşamak için,
"Hayallerinizden" vazgeçmeyin, basit bir kahvaltı gibi gözükse de..."

"Yaşam"




George carlin amerika'da 70 ve 80 li yılların bir komedyeni idi. Biraz ağzı bozuk olarak bilinirdi. 11 eylül den (9-11) ve karısının ölümünden sonra şöyle yazmıştı.

Tarih içinde zamanımızın paradoksunu şöyle sıralayabiliriz :

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri,ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazlatv izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz. Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.
Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür...


(Şarkı : Sakin - Sentetik Sezar)

12 Ocak 2009 Pazartesi

"Ben"

Bir kaç haftadır aksilikler yakamı bırakmıyordu. İş yerindeki sorunlar, özel hayatımdaki sorunlar derken zehirlenmem...Tüm bunlar beni bambaşka bir insana dönüştürdü, umudunu yitirmiş, sağlıksız, isteksiz, hastalık hastası biri oldum adeta. Olaylar son derece olumsuz seyrediyorsa ve bunu kendinizi kaptırırsanız ipin ucu kaçıp gidiyor, bir yerlerden tutmanız gerek!Çok şükür sağlığıma kavuşuyorum, cumartesi doktora gittim, daha önceki sorunlara dayanarak bir sürü test ve tahlil istedi.Parça parça yapmaya başlayacağım ben de, çünkü hepsini kaldırabilecek bir bütçem yok maalesef. Doktorun ardından tiyatroya gittim. Çok güzel bir oyundu, çok keyif aldım, eğlendim, oyuncuların performansına hayran kaldım.
Akşam ise enerjim tavana vurmuş bir şekilde gülüp durdum, sanki o iğrenç haftaların acısını çıkartıyordu ruhum, biri kulağıma bir şeyler fısıldadı : "Geri döndün, bu çok güzel diye..." Gerçekten de ben gülümsediğimde, neşeli olduğumda, istekli, inançlı ve kendimden emin durduğumda "ben" oluyorum.Senelerdi gülüşüme, yaşam enerjime ve her şeye rağmen ayakta durmama hayran olan insanları unutmamalıyım.Ben buyum! Gülümseyişi, deli halleri, çılgınlığı olanım ben, aksi, huysuz, isteksiz olan değil! Yeniden gülümsemeye başladığım için çok mutluyum, hayata yeniden iyi bakabildiğim için de... Şükürler olsun, dibe vurmak bazen iyi geliyor, kendinizi bulup toparlanıp yeniden yeryüzüne doğru yol alıyorsunuz!

Şimdi bu yazıyı okuyan herkese Travis'in muhteşem şarkısı "love will come through"u gönderiyorum, doya doya dinleyin:)
[En büyük isteklerimden biri bu şarkıyı Travis'den canlı olarak dinlemek ve dinlerken açıkhavada yıldızların altında sevgilimle dans etmekti. Ve geçtiğimiz yaz gerçekleşti...]

"Kaybettiklerimiz..."

Bir yerlerde bir şeyler yapıyorum.
Evet evet bu albümü her dinleyişimde beynimin kıvrımlarında geçmişimin o dönemine dair bir şeyler canlanıyor. Bende çok sık olur bu, bir albümü en fazla dinlediğim dönemde ne yapıyorsam, uzun zaman üstüne yeniden dinlediğimde o zamanlar yaşadığım yerlere giderim sanki.
Bu şarkılar 2004-2005 dönemime ait, hayatımın ipinin ucunu en fazla kaçırdığım dönem:) Arayışlarımın ardının arkasının kesilmediği, yanlış üstüne yanlışlar yaptığım, dağıttığım, inancımın yok olduğu, kendimi tanıyamadığım bir dönem:)
Özgürlüğümü çok derin yaşıyordum, aklıma eseni yapabiliyordum, gergindim, isteksizdim, savruluyordum.
Bütün bunların bitmeyeceğini hayatıma yapışıp kalacağını düşünüyordum.
Aslına bakarsanız hayat hep altın tepsiyle önünüze bir şeyler sunar, bazen fark ederiz bazen fark etmeyiz ama fark etsek ve tepsiyi kabul etsek bile mutlaka bir başka şekilde bir şeyleri çekip alır bizden.Yani asla ama asla her şey düzgün gitmez.
O yüzden elimizdekilerin değerini sahip olduğumuzda bilmemiz gerekir.
Sağlığınızın, ailenizin, sevgilinizin, arkadaşlarınızın, dostlarınızın, işinizin ya da en ufacık bir detayın bile kıymetini bilin.
Çünkü inanın bana elinizden kayıp gittiğinde değerini anlamanız pek de işinize yaramıyor...

9 Ocak 2009 Cuma

"İyi ve Kötü"

Güzel bir yazıydı ve paylaşmak istedim;

Leonardo da Vinci 'Son Aksam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı...
İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanetetmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmekzorundaydı...
Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı.
Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında,korodakilerden birinin İsa tasvirine çokuyduğunu fark etti.
Onu poz vermesi için atölyesine davet etti,sayısız taslak ve eskiz çizdi.
Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı,ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı....
Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı.Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseyetaşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.
Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler.Zavallı,başına gelenleri anlamamıştı.
Leonardo adamın yüzündegörülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu...
Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı vebu harika duvar resmini gördü.
Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesleşöyle dedi: 'Ben bu resmi daha önce gördüm...''Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
'Üç yıl önce' dedi adam.. 'Elimde avucumda olanı kaybetmedenönce.
O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'
"İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır...
Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır..."
Paulo Coelho

"Dayan Ful, unutma ki güneş seni terketmedi sadece bulutların arasında..."


"İşteyim, yarın cumartesi! Doktora gideceğim ve dün maaşımı aldığım için mutluyum, bir de halim olursa önceden alınmış bir tiyatro biletim var!Ancak daha iyileşememenin verdiği moral bozukluğunu,günlerdir sonu gelmeyen bulantımı ve halsizliğimi üzerimden atmak için çabalarım devam ediyor.
Her kötü oluşumda bu şarkı sonsuza dek çalıyor, defalarca kulaklarımdan bedenime yayılıyor, sözlerini sindiriyorum içime.
Dayan, biraz daha dayan ve tutun hayata Ful, unutma ki güneş seni terketmedi sadece bulutların arasında..."

The sun has left and forgotten me
It's dark, I cannot see
Why does this rain pour down
I'm gonna drown
In a sea
Of deep confusion...
Somebody told me, I don't know who
Whenever you are sad and blue
And you're feelin' all alone and left behind
Just take a look inside and you will find
You gotta hold on, hold on through the night
Hang on, things will be all right
Even when it's dark
And not a bit of sparkling
Sing-song sunshine from above
Spreading rays of sunny love
Just hang on, hang on to the vine
Stay on, soon you'll be divine
If you start to cry, look up to the sky
Something's coming up ahead
To turn your tears to dew instead
And so I hold on to his advice
When change is hard and not so nice
You listen to your heart the whole night through
Your sunny someday will come one day soon to you

Pink Martini - Hang on little tomato
Görsel:moryah.deviantart

8 Ocak 2009 Perşembe

"Kulağımın pası silindi!"

Ekonomik kriz müzik endüstrisini de vurdu. Zaten mp3 yüzünden uzun zamandır ayakta durmaya çalışan müzisyenler ve yapım şirketleri şimdilerde yeni albümleri çıkarmak için bekleme kararı alıyormuş. Durum böyleyken müzik marketlerde raflar, bir yığın müzik diye nitelendirilen zırvadan ibaret! İsmail YK kimdir, Ebru Yaşar ne iş yapar?Hadise Eurovision'da neler yapacak? Bu sorular işin beni ilgilendirmeyen kısmı...
Ben, "Müzikten anlayan adamlar bu aralar ne dinleyebilir de kulağının pası silinir?" ya da "müzik adına değişik ve denenmemiş işler var mı Türkiye'de?"sorularıyla ilgileniyorum :)
Kulağına yeni lezzetler çalmak isteyenler için güzel bir önerim var size, iyi bir müzik grubu öneriyorum : "gevende"
2000 ‘de Eskişehir’de kurulan ve 2002'de gevende ismini alan grubun tarzı ‘’Psychedelic Folk’’ olarak adlandırılıyor.
Ahmet K. Bilgiç, Ömer Öztüyen,Can Ömer Uygan,Okan Kaya ve Gökçe Gürçay'dan oluşan gruba çok sayıda müzisyen de eşlik ediyor. İlk ve şu an için tek albümleri "ev"; Baykuş mğzik etiketiyle piyasada yer alıyor.
Grubun çok farklı enstrümanlar eşliğinde yorumladığı 9 şarkısı var albümde.43 dakikalık kısa bir albüm olmasına rağmen defalarca dinleyebileceğiniz ve her dinlediğinizde tadını daha yoğun alacağınız bir albüm.
Benim favorilerim özellikle çelik çomak, nayu, okyanus düğünü ve gözağrı...Şarkılarda kullanılan belli bir dil yok, çıkış şarkıları "Nayu" sözleri tersten okunan bir şarkı mesela, diğer sözler de melodi eşliğinde uyduruluyor.Kendilerine ait bir vokal dilleri ve doğaçlama gelişen sözleri var.Henüz canlı performanslarını izleyemedim ama en kısa zamanda izlemek istiyorum. Alternatif, farklı, kaliteli, her türlü tadı ve yorumu barındırıyor.
Dünyanın pek çok ülkesini gezen ve çeşitli festivallerin aranan ismi olan Gevende üyeleri şu sıralar askerlik görevlerini tamamlıyorlar.Yazın festivallerde karşımıza çıkacaklarına eminim! Dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.






7 Ocak 2009 Çarşamba

"Sağılığın nasıl, sen ondan haber ver!"


Bizim ailede kalıtımsaldır mide rahatsızlıkları...
Annede, babada, baba tarafındaki akrabalarda...Gasrit,ülser,kolit,safra kesesi taşları...Hele benim gibi hassas, her şeyi kafaya takan biriyseniz,bu piyangodan bana ne çıkabileceğini tahmin edebilirsiniz; Gastrit, kolit.
Bu yüzden en az 3 kere ciddi zehirlenmişimdir.
Herkes yer içer, kimseye bir şey olmaz, ben hastanelik olurum:(
Cuma günü de mideme kramplar giriyordu, ne yesem bulantı...Doktorumu arayıp 10 Ocak için randevu aldım. Derken pazar günü öğlen midem kendini aşarak dayanılmaz ağrımaya başladı, bulantı, ishal:( Kendimi hiç iyi hissetmiyorum derken fenalaştım ve sebebini bilmemek feciydi, ellerim ayaklarım uyuşuyordu, eyvah dedim ölüyorum heralde neler oluyor bana..O sırada annem ateşimin olduğunu fark etti, hemen ölçtüler ki 39'u geçiyor!
Olamaz, yine mi zehirlendim!
Ateş çıktıkça çıkıyor, 40'a dayandı galiba, bundan önceklileri hatırlıyorum, ben her zehirlenişimde aynı şey,kaç serum yedim, neler neler oldu...Bu sefer doktora gitmedim,bu vak'alarda kendi doktorum oldum gibi,artık iyi mi yaptım kötü mü bilemiyorum ama ayın 7 si olmuş hala maaşımı alamamışım ne yapabilirim ki:(
Ben bu filmi daha önce de çok kez izledim.
Filmin ana konusunu da şiddetli bulantı, kusma ile seyreden patates, lapa, kızarmış ekmek perhizi.
Bakteri için antibiyotik alıyorum ve henüz kutuda içilmeyi bekleyen bir sürü ilacım var. İlaçların yarısını bile bitirmeden mucize bekleyemem tabii yavaş yavaş düzelecek...
2 gün işe gitmedim, ateşim düştü çok şükür, ancak diğer durumlar da epey düzelmesine rağmen korkunç mide bulantısı yakamı bırakmıyor! Bir daha izin alamayacağıma göre cumartesiyi iple çekiyorum, mide doktoruma gideceğim ve yine tahliller, yine yine yine sağlığımı geri almak için ödeyeceğim bir sürü para...
Çok sağlıklı insanlara hep imrenmişimdir, benimde 2. adımım hep hastane oluyor,umarım bu son olur ve artık şu korkunç bulantıdan da kurtulurum...
Hasta olayı sevmiyorum, bu kadar hassas olmaktan nefret ediyorum!
Doktorum demişti ki, kocaman bir pasta düşün,20 kişilik.Kremasının bir yerinde biraz ekşilik var, miniminicik bir şey, herkes yer ama hassasiyet olmadığı için çoğu kişi hissetmez bile, kimi hafif karın ağrısı çeker, kiminin midesi bulanır, senin gibiler ise hastanelik olur :)
Netice yine miniminicikbir şey geldi beni buldu, oysa ben kimseyi çağırmamıştım, uzun hastalıkların ardından nadasa bırakmıştım kendimi.
Bu da gelir, bu da geçer...
Yine telkin yine telkin,
Her şey düzelecek, çok güzel olacak, dayan, sabret, güzel olacak...
Moral...biraz morale ihtiyacım var...

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!